Kısmı Zaferlerden Kökten Kurtuluş

"Almanya için bir ütopyacı düş olan şey, radikal devrim, insanın genel kurtuluşu değil, kısmi, sırf siyasal bir devrim, yapının temellerini ayakta bırakan bir devrimdir. (...) kısmi bir kurtuluş (...) sivil toplumun bir kesiminin kendisini kurtararak genel egemenliğe ulaşmasıdır. (...) Ama Almanya'da hiçbir sınıf, onu toplumun yıkıcı temsilcisi yapacak cüret, kararlılık ve acımasızlığa sahip değildir... Almanya sonuna kadar giden bir devrim yapmadıkça, devrim yapmış olamaz. Almanya'da Ortaçağ'dan kurtuluş Ortaçağ üzerindeki kısmi zaferlerden de kurtuluşla mümkündür."

"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''

"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".

Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...

Sevgiyle kalın...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Ortadoğu üzerine birkaç not- Emir Yıldız- BirGün



Türkiye solunun bir kesimi uzunca zamandır ‘polemik’ yerine gölge boksu yaparak, kendi durdukları pozisyonu güçlendirmeye ya da meşruluk kazandırmaya çalışıyor. Savundukları ile gerçekler arasındaki uçuruma bakmaksızın ahkâm kesme alışkanlığı artık bir hastalığa dönüşmüş durumda. Ortadoğu konusunda Türkiye solunda yaşanan tartışmalar bu konuda bir turnusol niteliğinde. Ortadoğu söz konusu olduğunda artık her şeyin gözle görülebilecek kadar çıplak hale geldiği; bölgenin emperyalist müdahale ile Müslüman Kardeşler’e teslim edilerek ‘ılımlı İslamcı kuşak’ oluşturulmaya dönüştüğü bir ortamdayız. Kuşkusuz şimdi sonuca bakarak değerlendirme yapmak eksik olur, o yüzden ‘Arap Baharı’ denilen ayaklanmaların ortaya çıktığı andan itibaren solun konumuna ilişkin birkaç noktayı vurgulamak yerinde olacaktır.

I
Ortadoğu’da yaşananları toptan ele almak doğru değildir. Ayaklanmaların başlangıcında Tunus ve Mısır’daki devrimci dinamik, bugün de direnişçi bir çizgide varlıklarını korumakla birlikte, sürecin belirleyeni durumunda değillerdir. O yüzden kimi hareketlerin –Suriye’de de yaşandığı üzere- devrimci bir içeriğe sahip olan karşı çıkışlarını bütün ‘muhalif hareketin’ özelliği olarak görmek yanıltıcı olacaktır. Bunu özellikle Batı medyası ‘Arap Baharı’ yuvarlaması ile yaptı. Ortadoğu’da belirleyici olan unsurlar ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin politikalarına paralel hareket etmekte ve büyük ölçüde de Müslüman Kardeşler tarafından temsil edilmektedir.   

Libya, Mısır ve Tunus’la birlikte ortaya çıkan durum ‘diktatörlük-demokrasi’ ikilemi içerisinde anlamlandırılarak, bunun sağladığı meşruluk zemini üzerinden, emperyalizmin doğrudan harekete geçirdiği ‘muhalefet’ aracılığıyla bir müdahale gerçekleştirilmiştir.  Suriye’de ise Libya modeli uygulanmaya çalışılmış, doğrudan müdahale yerine içerden ‘muhalefetin’ yaratacağı meşruluk zeminine dayanan bir müdahale yolu aranmıştır. Burada da hareketin ana gövdesinin yönelimi emperyalist politikalarla paralellik içerisinde seyretmektedir. Suriye’deki Esad rejimine karşı olan ve şimdi emperyalizmin her tür müdahalesine de karşı çıkan yapılar var olan güçler mücadelesinin belirleyici bir unsuru olmaktan uzaktır.

Suriye’de hem rejimin güçlü olması hem de –özellikle ekonomik krizle birlikte emperyalistler arasındaki hegemonya mücadelesinin hız kazanmasına paralel olarak- müdahaleye ve yaptırımlara yönelik Rusya ve Çin’in şerhi ve İran’ın aldığı tutum nedeniyle, süreç Libya’daki kadar kolay gelişmemiştir. Emperyalistler için Ortadoğu’ya ve özelde Suriye’ye yönelik yeni politika, ‘içerden muhalefetler’ aracılığıyla bölgeyi etnik-dini-mezhepsel bir iç savaş ortamı içerisinde fiilen parçalayarak müdahaleye hazır hale getirmektir. Suriye’de şimdi yaşanmakta olan da budur.
II
Bu gelişmeler karşısında solun pozisyonunda ise ilk andan itibaren farklı noktalara savrulmalar görülmüştür. Özellikle gelişmeleri ‘devrim’ olarak ‘etiketleyen’ çevreler sonrasında da bu bakışlarının esiri olarak, emperyalizmin kontrolüne geçerek yönlendirilen sürece karşı tutum alamamış, hatta türlü gerekçeler uydurarak sürecin içinde ‘devrimcilik’ keşfetmeye devam etmiştir. Gelişmeleri bütün yönleriyle ele almaktan uzak olan değerlendirmeler muhalefetin bir yanına bakarak yaşananların tamamını onun üzerinden okumaya çalıştığı için yanılmıştır. Kuşkusuz Tunus ve Mısır’da bugün de yeni gerici sınıf iktidarına karşı mücadeleye devam eden kesimleri görmeyerek, süreci bütünüyle emperyalizmin oyunu olarak görenler de vardır. Bu iki toptancı yaklaşımın da yanlışlığı şimdi daha açık seçik olarak görülebilmektedir.

Bütün bu süreçte tespit edilmesi gereken temel nokta, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden düzenleme çabası ve krizle birlikte emperyalistler arasında başlayan –yeni adı konulmamış- paylaşım savaşıdır. Buna karşı çıkmadan sol bir politika savunmak mümkün değildir. Dolayısıyla Ortadoğu’da ‘muhalefetin’ emperyalizmle olan ilişkisine bakılmaksızın desteklenmesini savunurken aynı zamanda emperyalizmin müdahalesine de karşı çıkalım demek abestir. Zira emperyalizmin müdahalesi yalnızca açık işgal ve savaşla gerçekleşmez. Libya’da ve şimdi Suriye’de yaşandığı üzere içerden harekete geçirilen kimi unsurlarla zaten müdahale edilmektedir. AKP’nin de önemli bir rol üstlendiği süreçte örgütlenen, silahlandırılan ‘muhalefetin’ desteklenmesini vaaz edenlerin, ‘ancak müdahaleye de karşı çıkalım’ demesi boş bir laftır. Bu seslerin Ortadoğu’daki süreci ‘devrim’ olarak tanımlayan çevreler tarafından bu sıralar bolca çıktığı işitilmektedir.

Libya’nın NATO bombaları ile yerle bir edilmesini dahi ‘hayırlı bir gelişme’ olarak görenlerden Foti Benlisoy, şimdi emperyalizmin rolünün göz ardı edilemeyecek biçimde görünür olmasıyla birlikte araya ‘emperyalist müdahaleye de karşı çıkmak gerekir’ türünden laflar serpiştirerek yaşanan gelişmeleri olumlamaya devam ediyor. Bolca referans verdikleri G.Achar’ın, ‘emperyalistlerin açık müdahalesine taktik olarak karşı çıkmak, bunun yerine silah desteği almakla yetinmek muhalefetin meşruluğu için önemlidir’ minvalindeki ‘devrim stratejisinin’ yol göstericiliğindeki bu kesimler objektif olarak durdukları yere bakmadan ‘emperyalist kampçılık’ laflarıyla emperyalizmin bölgeye dönük müdahalesine karşı çıkanları da ‘Esad’ı savunmakla’ suçlamaktan geri kalmıyor. (Benlisoy, Ortadoğu konusunda olduğu gibi, ‘AKP Faşizmi ve Sol Liberalizm’ yazısında da bir tür gölge boksunu sürdürüyor. Şimdilik, bu konudaki bir yanlışı bu kısa parantezde düzeltmekle yetinelim. Benlisoy’un faşizm tartışması metropol kapitalist ülkelerdeki ‘klasik’ faşizm tahlilinin genelleştirilmesine dayanıyor. Oysa, Türkiye gibi yeni sömürge ülkelerde faşizm devletle özdeştir. Madalyonun iki yüzü olarak ‘sömürge tipi demokrasi’ ve ‘sömürge tipi faşizm’ de bunu anlatır. Yani, devlet eliyle faşizm konusunda söz söylemeden faşizm üzerine siyasi analiz yapmak eksik ve yanlıştır.)

III
Neoliberal politikaları baskıcı bir rejimle uygulayan diktatörlükler ile Ortadoğu’nun bugünkü yeniden inşasında ‘ılımlı İslamcı Sünni kuşak’ eliyle geçilen ‘sömürge tipi demokrasiler’ arasındaki tercihlerden ibaret olan bu tartışmalar sürecin ana karakterini ve yönelimlerini görmezden geliyor. Türkiye’nin içinde –model ülke olarak- yer aldığı yeni bir –ılımlı- İslamcı kuşak yaratılarak Ortadoğu’da emperyalizmin yeni nizamı kurulmaya çalışılıyor. ABD’nin 2012 Ulusal Güvenlik Stratejisi metninde de işaret edildiği üzere; küresel egemenliğini sürdürmek için halen en önemli askeri güce sahip olan ABD’nin bu gücü geniş yerel ittifaklarla ortak hareket içinde kullanma yönelimi, yeni bir strateji olarak açığa çıkmaktadır. Yine, aynı belgede ABD açısından birinci hedef olarak Asya-Pasifik işaret edilirken, Ortadoğu’nun da kaderini terk edilmeyeceğinin altı ikinci hedef olarak gösterilerek çizilmektedir.

Emperyalizmin bu politikalarına karşı mücadele içinde, dünyanın pek çok yerindeki devrimci direniş hareketlerinin gelişmesi mümkün olabilecek, bu şekilde Ortadoğu ve Dünya halkları kendi kaderini tayin etmenin imkanlarına kavuşabilecektir.
 

Emir Yıldız/muhalefet.org

1 yorum: