TEK ÜLKEDE SOSYALİZM?
“Sınai olarak daha gelişmiş olan ülke, daha az gelişmiş olanın gelecekteki halini gösterir yalnızca.” Yöntemsel kalkış noktası bir bütün olarak dünya ekonomisi değil, bir tip olarak tek bir kapitalist ülke olan Marx’ın bu ifadesi, geçmiş kaderlerine ve sınai seviyelerine aldırmaksızın tüm ülkeler kapitalist evrim tarafından kucaklandıkları ölçüde, daha az uygulanabilir hale geldi. Zamanında İngiltere, Fransa’nın ve daha az ölçüde de Almanya’nın geleceğini gösteriyordu, ama kesinlikle Rusya’nınkini veya Hindistan’ınkini değil. Ne var ki, Rus Menşevikleri Marx’ın bu koşullu önermesini kayıtsız şartsız kabul ettiler. Geri kalmış Rusya, diyorlardı, ileri atılmamalı, önceden hazırlanmış modeli kuzu kuzu takip etmeli. “Marksizmin” böylesine liberaller de katılıyordu.
Marx’ın en az bunun kadar ünlü bir diğer formülü ise –“hiçbir toplumsal formasyon, içinde barındırdığı tüm üretici güçler gelişmeden yok olmaz”– kalkış noktası olarak tek bir ülkeyi değil, bir evrensel toplumsal yapılar silsilesini (kölecilik, ortaçağ, kapitalizm) alır. Ama bu ifadeyi tek bir devlet açısından ele alan Menşevikler, Rusya kapitalizminin Avrupa ve Amerika seviyesine ulaşmak için daha çok mesafe katetmesi gerektiği sonucunu çıkardılar. Ne var ki, üretici güçler boşlukta gelişmezler! Ulusal bir kapitalizmin olabilirliğinden bahsedip, bir yandan ondan filizlenen sınıf mücadelesini, ya da öte yandan onun dünya koşullarına bağımlılığını görmezden gelmek mümkün değildir. Burjuvazinin proletarya tarafından devrilmesi fiili Rus kapitalizminin sonucuydu ve bu suretle onun soyut ekonomik olabilirliğini ortadan kaldırdı. Rusya’da sanayinin yapısı ve de sınıf savaşının karakteri, büyük ölçüde uluslararası koşullarca belirlendi. Kapitalizm, dünya arenasında üretim maliyetlerini –ticari anlamda değil sosyolojik anlamda– meşru gösteremeyeceği bir noktaya ulaşmıştı. Gümrük tarifeleri, militarizm, krizler, savaşlar, diplomatik konferanslar ve diğer zırvalar o kadar çok yaratıcı enerjiyi yutup çarçur etmektedir ki, teknikteki tüm gelişmelere rağmen, refah ve kültürün daha fazla büyüme şansı kalmamaktadır.
Yüzeysel yaklaşıldığında paradoksal görünmesine rağmen, dünya sisteminin günahlarının bedelini ilk ödeyenin geri bir ülkenin burjuvazisi olması, aslında eşyanın tabiatına uygundur. Marx kendi dönemi için bu olguya parmak basmıştı: “Şiddetli patlamalar burjuva organizmanın uç bölgelerinde merkeze göre daha erken ortaya çıkar, çünkü merkezde denge olanağı uç bölgelerdekinden daha fazladır.” Henüz büyük bir ulusal sermaye birikimi gerçekleştiremeyen ve dünya rekabetinde imtiyazlı bir konumu olmayan devletlerin, emperyalizmin devasa ağırlığı altında ezilmeleri kaçınılmazdır. Rus kapitalizminin çökmesi, evrensel bir toplumsal formasyon içindeki yerel bir heyelandı. “Devrimimizin doğru bir biçimde değerlendirilmesi” diyordu Lenin, “ancak enternasyonal bir bakış açısıyla mümkündür.”
Son çözümlemede biz Ekim devrimini Rusya’nın geriliğine değil, bileşik gelişme yasasına bağlıyoruz. Tarihsel diyalektik ne apaçık gerilik tanır, ne de pürü pak ilerilik. Bütün mesele somut bağıntılardır. İnsanlığın bugünkü tarihi, geri bir ülkede proletarya diktatörlüğünün ortaya çıkması kadar muazzam ölçüde olmasa da, benzer tarihsel tipte “paradokslarla” doludur. Geri Çin’in öğrenci ve işçileri materyalizm doktrinini hevesle özümserken, medeni İngiltere’nin işçi önderlerinin kilise tarzı büyülerin sihirli gücüne inanmaları, belli alanlarda Çin’in İngiltere’yi geçtiğinin kesin kanıtıdır. Ama Çinli işçilerin Macdonald’ın ortaçağdan kalma kalın kafalılığına itibar etmemeleri, genel gelişimi itibariyle Çin’in İngiltere’den üstün olduğu anlamına gelmez. İngiltere’nin ekonomik ve kültürel üstünlüğünü kesin rakamlarla ifade etmek mümkündür. Ne var ki, bu kavramların çarpıcılığı Çin’deki işçilerin iktidarı İngiltere’dekilerden önce ele geçirebilme ihtimalini ortadan kaldırmaz. Buna karşın, Çin’deki bir proletarya diktatörlüğü, Çin Seddi sınırları içinde sosyalizmi inşa etmekten uzak olacaktır. Skolastik, bilgiçlik taslayan, tek yönlü veya fazlasıyla dar ulusal kriterlerin, çağımızda faydası yoktur. Rusya’yı geriliğinden ve Asyatikliğinden sıyrılmaya zorlayan dünyanın gelişimi oldu. Onun sonraki kaderi de bu gelişme ağından bağımsız olarak anlaşılamaz.
Burjuva devrimleri, hem feodal mülkiyet ilişkilerini hem de yerel parçalanmışlığı benzer ölçüde hedef aldı. Bu devrimlerin özgürlük bayraklarında milliyetçilikle liberalizm yan yana duruyordu. Batı uygarlığı çok uzun zaman önce bu bebek patiklerini çıkarıp attı. Zamanımızın üretici güçleri sadece burjuva mülkiyet biçimlerini değil, ulusal devletlerin sınırlarını da aşmıştır. Liberalizm ve milliyetçilik, dünya ekonomisi için aynı derecede ayak bağı haline gelmiştir. Proletarya devrimi, hem üretim araçlarında özel mülkiyete hem de dünya ekonomisinin ulusal bölünmesine karşıdır. Doğu halklarının bağımsızlık mücadelesi, bu dünya sürecine dahildir ve eninde sonunda onunla kaynaşacaktır. Genel anlamda ulaşılabilecek bir hedef olsaydı bile, ulusal bir sosyalist toplumun yaratılması, insanoğlunun ekonomik gücünün büyük ölçüde eksilmesi anlamına gelirdi. Bizzat bu nedenle, böyle bir şeye ulaşılması mümkün değildir. Enternasyonalizm soyut bir ilke değil bir ekonomik gerçeğin ifadesidir. Liberalizm nasıl ulusal idiyse sosyalizm de öyle enternasyonaldir. Sosyalizmin görevi, uluslararası işbölümünden yola çıkarak mal ve hizmetlerin uluslararası değişimini en son noktasına götürmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder