Kısmı Zaferlerden Kökten Kurtuluş

"Almanya için bir ütopyacı düş olan şey, radikal devrim, insanın genel kurtuluşu değil, kısmi, sırf siyasal bir devrim, yapının temellerini ayakta bırakan bir devrimdir. (...) kısmi bir kurtuluş (...) sivil toplumun bir kesiminin kendisini kurtararak genel egemenliğe ulaşmasıdır. (...) Ama Almanya'da hiçbir sınıf, onu toplumun yıkıcı temsilcisi yapacak cüret, kararlılık ve acımasızlığa sahip değildir... Almanya sonuna kadar giden bir devrim yapmadıkça, devrim yapmış olamaz. Almanya'da Ortaçağ'dan kurtuluş Ortaçağ üzerindeki kısmi zaferlerden de kurtuluşla mümkündür."

"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''

"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".

Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...

Sevgiyle kalın...

27 Şubat 2012 Pazartesi

Leninizm ve Marksizmde Parti Fikri- by MELT


Lenin, Propaganda ve Ajitasyon Üzerine, 1897
…Rusya Sosyal-demokratlarının sosyalist faaliyetleri, bilimsel sosyalizmin öğretilerinin propaganda yoluyla yayılmasından, yani bugünkü toplumsal ve ekonomik sistem hakkında, bu sistemin temeli ve gelişmesi hakkında, Rusya toplumunun farklı sınıfları ve bu sınıfların birbiriyle olan karşılıklı ilişkileri, birbirleriyle olan mücadeleleri, işçi sınıfının bu mücadeledeki rolü ve işçi sınıfının çöken ve yükselen sınıflara ve kapitalizmin geçmişi ve geleceğine karşı tutumu, uluslar arası Sosyal-demokrasinin ve Rusya işçi sınıfının tarihi görevi hakkında, işçiler arasında doğru bir kavrayışın yayılmasından oluşur.
Parti ile Yığın Arasındaki İlişki
Yığın üst sınıf olsun, alt sınıf olsun görünüşe, işin dış yüzüne, ilk ağızdaki sonuçlara bakarak karar verir. Son yirmi yıl boyunca, tüm dünyada bu yığınlar Louis Bonapart'ı tanrılaştırdı. Ben ise onu doruk noktasındayken bile, vasat bir alçak olarak teşhis ettim. Junker Bismark hakkındaki görüşüm de budur.
(Marks'tan Kugelmann'a, 04.02.1871)  
Politik Mücadele
Politik alanda karşıtlarımızlarla mücadeleden kaçınmak özellikle örgütlenme ve propaganda cephesinde en güçlü silahlardan birini terk etmek demektir.
(Engels'ten Uluslararası Emekçiler Derneği İspanya Federal Konseyine, 13.02.1871)
Sekterliğin Gericiliği
Sosyalist sekterliğin ve gerçek işçi sınıfı hareketinin gelişimi, her zaman, birbirleriyle ters orantılı olmuştur. İşçi sınıfı bağımsız tarihsel bir hareket için yeterli olgunluğa erişmedikçe, sektler (tarihsel olarak) haklıydı. İşçi sınıfı bu olgunluğa erişir erişmez, bütün sektler, özünde gerici bir konuma girmişlerdir.
İşçi Sınıfı Partisi Sınıfları Yok Etmeyi Amaçlar
"[...] Alman işçi partisi, sanayide ve tarımda ulusal ölçekte kolektif üretimi gerçekleştirerek ücretli emeği ve onunla birlikte sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmak için çalışır; bu amaca ulaşmak için uygun olan her önlemi destekler!.." (Engels'in Bebel'e 18-28 Mart 1875 tarihli mektubu)
Politik İktidarı Fethetmek
"[...] Gelecekteki toplumsal devrimin, öteki çok daha önemli amaçlarına ulaşabilmek için, proleter sınıfın ilkin devletin örgütlü politik gücüne sahip olması ve onun yardımıyla kapitalist sınıfın direncini kırıp toplumu yeniden örgütlemesi gerektiğini her zaman belirttik. Bütün bunlar, 1847 tarihli Komünist Manifesto'da, bölüm II'nin sonunda daha önce söylenmişti.“
(Engels'in Philip Van Patten'e 18.4.1883 tarihli mektubu)  Not: Dikkat edin, "devletler"i değil, "devlet"i ele geçirmekten bahsediyor!
Devrimci Maceracılık, 1 Nisan 1902
Sosyal-Demokratlar maceracılığa karşı her zaman uyarıda bulunacaklar ve kaçınılmaz olarak tam bir hüsranla sonuçlanan hayalleri amansızca teşhir edeceklerdir. Devrimci bir partinin ancak devrimci sınıfın hareketine fiilen rehberlik ettiği zaman adına layık olabileceğini akıldan çıkarmamalıyız. Gene, herhangi bir halk hareketinin sayısız biçimlere büründüğünü, durmadan yeni biçimler geliştirdiğini ve eski biçimleri ıskartaya çıkardığını, değişiklikler getirdiğini ya da eski ve yeni biçimlerin yeni bileşimlerini yarattığını hiç unutmamalıyız.
Kitleleri Silahlandırmak
Mücadelenin araçlarının ve metotlarının oluşturulması sürecine faal olarak katılmak, görevimizdir. Öğrenci hareketi şiddetlendiğinde, biz işçilere öğrencilerin yardımına koşmaları için çağrıda bulunmaya başladık. Ama bunu, gösterilerin biçimlerini önceden kestirmeye kalkışmadan, bu gösterilerin derhal bir güç aktarmasıyla ve zihinlerin aydınlanmasıyla sonuçlanacağını ya da özel bir kıvraklığı vaadetmeden yaptık. Gösteriler güçlendiğinde, gösterilerin örgütlenmesi ve kitlelerin silahlandırılması için çağrıda bulunmaya başladık ve bir halk ayaklanması hazırlama görevini öne sürdük.
Şiddet ve Terörizm
Şiddet ve terörizmi ilke olarak asla reddetmeksizin, kitlelerin doğrudan katılışını sağlayabilecek ve bu katılışı teminat altına alabilecek şiddet biçimlerinin hazırlanması için çalışılmasını istedik. Bu görevin zorluklarına gözümüzü kapamıyoruz. Aksine, bu meselenin "belirsiz ve uzak bir geleceğe" ait olduğu yolundaki itirazlara aldırmadan, bu görevi yerine getirmek için kararlılıkla ve sebatla çalışacağız. Evet, beyler, biz hareketin sadece geçmişteki biçimlerini değil, gelecekteki biçimlerini de savunuyoruz.
Mahkum Edilenleri Tekrarlamamak
Biz, geçmişte mahkum edilmiş şeylerin "kolay" bir tekrarını değil, gelecek vaadeden uzun ve çetin bir çalışmayı tercih ediyoruz. Biz, malum dogmalara karşı lafta savaş açan, ama fiiliyatta güç aktarma, büyük iş, küçük iş ayırımı ve elbette, tek tek çarpışmalar teorileri gibi küflenmiş ve zararlı görüşleri savunanları her zaman teşhir edeceğiz.
Propaganda ve Ajitasyon
Rusya’nın bugün içinde bulunduğu siyasi koşullar ve işçi kitlelerinin bugünkü gelişme düzeyi, işçiler arasında yapılacak propaganda çalışmasına sıkı sıkıya bağlı ajitasyon çalışmasını doğal olarak ön plana çıkarmaktadır. İşçiler arasında ajitasyon yapmak, Sosyal-demokratların, işçi sınıfının bütün kendiliğinden mücadelelerine ve işçilerle kapitalistler arasında işgünü, ücretler, çalışma koşulları vb. konusunda patlak veren bütün çatışmalara katılmaları anlamına gelir.
İşçilerin Hayatının Günlük Sorunları
Görevimiz; faaliyetlerimizi işçilerin hayatının bütün günlük sorunlarıyla birleştirmek, bu sorunların üstesinden gelebilmelerinde işçilere destek olmak, onların dikkatini en ağır haksızlıklara çekmek, işçilerin patronlara karşı taleplerini daha somut ve amaca en uygun biçimde ifade etmelerine yardımcı olmak, işçiler arasında dayanışma bilincini ve dünya proletarya ordusunun bir parçası olan birleşik bir işçi sınıfı olarak Rusya işçilerinde, çıkarlarının ve davalarının bir olduğu bilincini geliştirmektir.
Ajitatör Kadrosu- Rapor Sistemi
İşçiler arasında eğitim çevreleri örgütlenmesi, bu çevrelerle merkezi Sosyal-demokrat grup arasında düzenli gizli ilişkinin sağlanması, işçi yayınlarının basılıp dağıtılması, işçi hareketlerinin bütün merkezlerinde bir rapor verme sisteminin örgütlenmesi, ajitasyon amacıyla bildiri ve çağrıların basılıp dağıtılması ve tecrübeli bir ajitatör kadrosunun yetiştirilmesi; genel hatlarıyla, Rusya Sosyal-demokrasisinin sosyalist faaliyetinin alacağı biçimler bunlardır.     
Lenin, Ne Yapmalı
      Kaynaşmış bir grup halinde, sarp ve zorlu bir yolda, birbirimizin ellerine sıkı sıkıya sarılmış olarak ilerliyoruz. Düşman tarafından her yandan sarılmış durumdayız ve bunların ateşi altında hemen hemen hiç durmadan ilerlemek zorundayız. Özgürce benimsediğimiz bir kararla, düşmanla savaşmak amacıyla, daha başında kendimizi tek başına bir grup olarak ayırdığımız için ve, uzlaşma yolu yerine mücadele yolunu seçmiş olduğumuz için bizi suçlayan kimselerin bulunduğu yakınımızdaki bataklığa çekilmemek amacıyla birleşmiş bulunuyoruz. Ve şimdi aramızdan bazıları şöyle bağırmaya başlıyorlar: gelin bataklığa gidelim! Ve onları ayıplamaya başladığımız zaman da, karşılıkları şu oluyor: ne geri insanlarsınız!
Ama bir akım hakkında, o akımın temsilcilerinin kendileri için söylediklerinden başka bir şeye dayanmayan bir yargıdan daha "yüzeysel" bir şey düşünülebilir mi?
Kiminle Çalışmalıyız?
Ama böyleleri tamamıyla yanılmaktadırlar. Güvenilmez kimselerle bile olsa, geçici ittifaklara girmekten korkanlar, ancak kendisine güvenemeyenlerdir; böyle ittifaklar olmasaydı tek bir siyasal parti varolamazdı.
(S.25)
Teorik Çalışma
Şimdi şu sorun ortaya çıkıyor: Rus "eleştiriciliği"nin ve Rus bernştayncılığının kendine özgü özelliği bu olduğuna göre, oportünizme yalnız sözle değil, eylemle karşı durma çabasını göstermiş olanların görevi ne olmalıydı? Birincisi, legal marksizm döneminde henüz başlamış olan ve yeniden yeraltında çalışan yoldaşların omuzuna yüklenen teorik çalışmayı başlatma çabalarına girişmeliydiler. Böyle bir çalışma olmaksızın hareketin başarılı bir biçimde büyümesi olanaksızdı.
Programımızı Savunmak
İkincisi, halkın kafasını geniş ölçüde karıştıran legal "eleştiricilik"e karşı etkin olarak mücadeleye girişmeliydiler. Üçüncüsü, programımızı ve taktiklerimizi aşağılama yolundaki her türlü bilinçli ya da bilinçsiz çabanın içyüzünü açığa çıkararak ve çürüterek pratik hareketteki fikir kargaşalığına ve sallantılara etkin biçimde karşı durmalıydılar.
  Böylece, görüyoruz ki, düşünce kemikleşmesine vb. karşı üst perdeden söylenen sözler, teorik düşüncenin gelişmesi konusundaki ilgisizliği ve çaresizliği gizlemektedir.
Teoriden Özgür Olmak!
Rus sosyal-demokratlarının durumu, genel olarak Avrupa'daki (çok önceleri Alman Marksistleri tarafından da belirtilen) bir olguyu, yani o pek övülen eleştiri özgürlüğünün bir teorinin yerine bir başkasının konması demek olmayıp, bu türden bütünleşmiş ve işlenmiş teoriden özgür olmak anlamına geldiğini; seçmecilik ve ilke yoksunluğu anlamına geldiğini açıkça göstermektedir.
Teorik Düzeyin Düşmesi
Hareketimizin gerçek durumuyla az çok tanışıklığı olanlar, Marksizmin geniş bir biçimde yaygınlaşmasının yanında, teorik düzeyin belli ölçüde düşmekte olduğunu görmemezlik edemezler. Pek çok insan, çok az bir teorik eğitimle, hatta hiç eğitilmeden, hareketin pratik önemi ve pratik başarıları yüzünden, harekete katılmışlardır.
Teorik Ödün Verilemez!
Eğer birleşmek zorundaysanız, diye yazıyordu parti liderlerine Marx, hareketin pratik amaçlarını karşılayacak anlaşmalara girin, ama ilkeler konusunda herhangi bir pazarlığa izin vermeyin, teorik "ödünler" vermeyin. Marx bu düşüncede idi, ve hâlâ aramızda -onun adına- teorinin önemini küçümseme yolunu arayan kimseler var!
     
Devrimci teori olmadadan, devrimci hareket olamaz.
Öteki Ülkelerin Deneyimlerinden Yararlanmak
İkincisi, sosyal-demokrat hareket, özünde, uluslararası bir harekettir. Bu, sadece ulusal şovenizmle savaşmak zorunda olduğumuz demek değil, genç bir ülkede yeni bir hareketin ancak öteki ülkelerin deneyimlerinden yararlanacak olursa başarılı olabileceği demektir de. Bu deneyimlerden yararlanmak için bunları salt tanımak ya da yalnızca en son kararlarını kopya etmek yetmez. Gerekli olan, bu deneyimleri eleştirici bir tutumla ele almak ve bunları bağımsız olarak sınamadan geçirmektir.
   Şu noktada, yalnızca, öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirilebileceğini belirtmek istiyoruz.
Mücadelenin Üç Biçimi
Engels, sosyaldemokrasinin büyük mücadelesinin, aramızda olduğu gibi iki biçimini (siyasal ve iktisadi) değil, teorik mücadeleyi ilk ikisi ile bir tutarak üç biçimini kabul ediyor.
Teorik Sorunlarda Derinleşmek
Önderlerin ödevi, özellikle, bütün teorik sorunlar üzerinde gitgide daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin geleneksel lakırdılarının etkisinden kendilerini gitgide daha çok kurtarmak, ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana, bir bilim olarak yürütülmek, yani irdelenmek istediğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır.
Parti Örgütünü Sağlamlaştırmak
Buna göre, böylece kazanılan gitgide daha açık görüşleri, işçi yığınları arasında artan bir çabayla yaymak, ve parti ve sendikalar örgütünü gitgide daha güçlü bir biçimde sağlamlaştırmak önem kazanacaktır.
Fedakarlık, Kararlılık ve Tutku
Bu görevin yerine getirilmesi, yalnızca Avrupa gericiliğinin değil, (şimdi denebilir ki) Asya gericiliğinin de bu en güçlü kalesinin yıkılması, Rus proletaryasını, uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü yapacaktır. Ve biz, bin kez daha geniş ve daha derin olan hareketimizi, aynı fedakâr kararlılık ve tutkuyla başlatacak olursak, öncellerimizin, yetmişlerin devrimcilerinin, kazanmış bulundukları bu onurlu unvanı elde edeceğimize güvenme hakkına sahip olacağız.
Devrimci Liderlerin Bilinç Yoksunluğu
Gerçekten, öyle sanıyoruz ki, bugünkü hareketin gücünün, yığınların, (özellikle sanayi proletaryasının) uyanmasında olduğundan ve zayıflığının da devrimci liderler arasında bilinç ve inisiyatif yokluğundan ileri geldiğinden şimdiye kadar kimse kuşku duymamıştır.
Kendiliğinden Bir Unsur Olarak Grev
Bir önceki bölümde, Rusya'nin eğitim görmüş gençliğinin doksanların ortalarında marksizmin teorilerini genel olarak nasıl yuttuğunu belirttik. Aynı dönemde, ünlü 1896 St. Petersburg sanayi savaşını izleyen grevler, aynı şekilde genel bir niteliğe büründü. Bunların bütün Rusya'ya yayılması, daha yeni uyanmakta olan halk hareketinin derinliğini açıkça gösterdi, ve eğer "kendiliğinden unsurdan" sözedeceksek, o halde, hiç kuşkusuz, kendiliğinden olarak kabul edilmesi gereken şey, her şeyden önce bu grev hareketidir.
Ama kendiliğindenlik vardır, kendiliğindenlik vardır. Yetmişlerde ve altmışlarda (ve hatta 19. yüzyılın ilk yarısında) Rusya'da grevler oldu, ve bunlara makinelerin vb.'nin "kendiliğinden" tahribi eşlik etmişti.
Tohum Halindeki Bilinç
Bu "başkaldırmalarla" karşılaştırıldığında doksanların grevleri, bu dönemde işçi sınıfı hareketinin yaptığı ilerlemeyi belirtmesi ölçüsünde, "bilinçli" diye bile tanımlanabilirdi. Bu da göstermektedir ki, "kendiliğinden unsur", özünde, tohum halindeki bir bilinçlenmeden başka bir şey değildir.
Mücadele ve Öç Alma
İlkel başkaldırmalar bile, bilinçliliğin belli bir ölçüde uyanmış olduğunu ifade ediyordu. İşçiler, kendilerini ezen sistemin kalıcılığına ilişkin çağlar boyu sürüp gelen inançlarını kaybediyorlardı... otoriteye kölece boyuneğmeyi kesin bir biçimde terkederek ortak direnmenin gereğini, anlamaya demeyeceğim ama, hissetmeye başlıyorlardı. Ama bu gene de bir mücadele niteliğinden çok, umutsuzluk ve öç alma patlamaları niteliğindeydi.
Doksanların grevleri, bilinçliliğin çok daha büyük parıltılarını açığa vuruyordu; belirli istemler ileri sürülmüştü, grevin zamanı iyi seçilmişti, başka yerlerdeki durumlar ve örnekler üzerinde tartışılmıştı vb…
Başkaldırmalar ezilenlerin sadece direnmeleriydi, oysa sistemli grevler tohum halindeki sınıf mücadelesini temsil ediyordu, ama yalnızca tohum halindeki. Kendi başlarına alındıklarında, bu grevler, salt sendika mücadeleleriydi, henüz sosyal-demokrat mücadeleler değillerdi.
Bunlar işverenlerle işçiler arasında uyanmaya başlayan düşmanlıkları gösteriyordu, ama işçiler, kendi çıkarlarının, modern siyasal ve toplumsal sisteminin tümüyle uzlaşmaz bir biçimde çatıştığının bilincinde değillerdi ve olamazlardı da, yani onların bilinci henüz sosyal-demokrat bir bilinç değildi. Bu anlamda, doksanların grevleri, "başkaldırmalarla" karşılaştırıldığında çok büyük bir ilerlemeyi temsil etmelerine karşın, salt kendiliğinden bir hareket olarak kaldı.
İşçiler arasında sosyal-demokrat [komünist bilinç- ST] bilincin olamayacağını söyledik. Bu bilinç onlara dışardan getirilmeliydi. Bütün ülkelerin tarihi göstermektedir ki, işçi sınıfı, salt kendi çabasıyla sadece sendika bilincini, yani sendikalar içerisinde birleşmenin, işverenlere karşı mücadele etmenin ve hükümeti gerekli iş yasalarını çıkarmaya zorlamanın vb. gerekli olduğu inancını geliştirebilir.
Oysa sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların iyi eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup gelişmiştir. Toplumsal konumlarıyla, modern bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels de, burjuva aydın tabakasına mensupturlar.
Tam aynı yolda, Rusya'da sosyal-demokrasinin teorik ögretisi, işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişmesinden tamamen bağımsız olarak doğmuştur; devrimci sosyalist aydın tabaka arasındaki düşünce gelişmesinin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak doğmuştur. Sözünü etmekte olduğumuz dönemde, doksanların ortalarında, bu öğreti yalnızca Emeğin Kurtuluşu grubunun tam olarak formüle ettiği programını temsil etmekle kalmamış, Rusya'daki devrimci gençliğin çoğunluğunu da kendi yanına kazanmış bulunuyordu.
Devrimcilerin çoğunluğunun eğitimden yoksun oluşu, bu tümüyle doğal olgu, herhangi bir özel korku yaratamazdı. Bir kez görevler doğru bir biçimde belirlenince, bir kez bu görevleri gerçekleştirmek yolunda yinelenen girişimler için enerji olunca, geçici başarısızlıklar sadece küçük talihsizlikleri temsil ediyordu.
Devrimci deneyim ve örgütsel yetenek elde edilebilecek şeylerdir, yeter ki bunları elde etme isteği olsun, yeter ki, eksiklikler kabul edilsin, devrimci eylemde bu eksikliklerin kabul edilmesi bunların yarı yarıya giderilmesi demektir.

Ama bu bilinç (ki bu, sözü edilen grubun üyeleri arasında çok canlı idi) sönmeye başladığında, eksikliklere erdemler olarak bakmaya hazır, hatta
kendiliğindenlik önünde kölece boyuneğişlerine teorik bir temel bulmaya çalışan kimseler —ve hatta sosyal-demokrat organlar— boy göstermeye başladığında, sadece ufak-tefek talihsizlikler olan şeyler, başlıbaşına talihsizlikler haline geldi. Bu eğilimden, içeriği yanlış olarak ve çok dar bir biçimde ekonomizm olarak nitelenen bu eğilimden, sonuçlar çıkarmanın zamanıdır.
 Siyasal bilinç, kendiliğindenlik —Bay V. V.'nin "fikirlerini" yineleyen "sosyal-demokratların" kendiliğindenliği, bir rubleye bir kopek katmanın her türlü sosyalizmden ve siyasetten daha değerli olduğu ve "gelecek kuşaklar için değil de kendileri ve çocukları için savaştıklarını bilerek savaşmaları" gerektiği (Raboçaya Mysıl, n° 1, başyazı) yolundaki savlarla kandırılan işçilerin kendiliğindenliği— tarafından tümüyle boğulmuştu.
Birincisi, yukarda değindiğimiz siyasal bilincin kendiliğindenlik tarafından boğulması da, kendiliğinden oldu. Bu bir sözcük oyunu gibi görünebilir, ama ne yazık ki acı gerçek budur.
Bu, birinin ötekine üstün geldiği, birbirlerine tamamen karşıt iki görüş arasındaki açık bir mücadelenin bir sonucu olarak olmamıştır, bu, giderek daha çok "eski" devrimcinin jandarma tarafından "koparılıp alınması" ve giderek daha çok sayıda "Rus sosyal-demokrasisinin" "genç" "V. V.'lerinin" sahnede gözükmesi olgusu yüzünden olmuştur.
Bu, Raboçaya Mysıl'ın, daha hemen başında —bilinçsiz olarak—, Credo'nun programını uygulamaya başladığını göstermektedir. Bu, (Raboçeye Dyelo'nun kavrayamadığı bir şeyi) işçi sınıfı hareketinin kendiliğindenliğinin her türlü putlaştırılmasının, "bilinçli unsurun" sosyal-demokrasinin rolünün her türlü küçümsenmesinin, bunu küçümseyenin onu isteyerek yapıp yapmamasından tamamen bağımsız olarak, işçiler üzerinde burjuva ideolojisinin etkisini güçlendirmek anlamını taşıdığını göstermektedir.
Bütün bu "ideolojinin öneminin abartılması" konusunda, bilinçli unsurun rolünün abartılması vb. konusunda söz edenler, katıksız ve yalın işçi hareketinin, eğer işçiler yalnızca "kendi yazgılarını liderlerinin ellerinden kurtarılırlarsa", kendisi için bağımsız bir ideolojiyi geliştirebileceğini ve geliştireceğini düşünmektedirler. Ama bu derin bir yanılgıdır.
 Çalışan yığınların hareketlerinin süreci içerisinde kendi başlarına formüle edecekleri bağımsız bir ideolojiden söz edilemeyeceğine göre, tek seçenek şu oluyor —ya burjuva ideolojisi, ya da sosyalist ideoloji.
İkisi arasında bir orta yol yoktur (çünkü insanlık "üçüncü" bir ideoloji yaratmamıştır ve ayrıca da sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıf-dışı ya da sınıf-üstü bir ideoloji sözkonusu olamaz).
Öyleyse, herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamına gelir. Kendiliğindenlikten çok söz edilmektedir.
Ama işçi sınıfı hareketinin kendiliğinden gelişmesi, onun burjuva ideolojisine tabi olmasına, Credo programı doğrultusunda gelişmesine yol açar; çünkü kendiliğinden işçi sınıfı hareketi, trade-unionculuktur, Nur-Geurerkschaftlerei'dir, ve trade-unionculuk, işçilerin burjuvaziye ideolojik köleliği demektir.
Demek oluyor ki, görevimiz, sosyal-demokrasinin görevi, kendililindenliğe karşı savaşmak, işçi sınıfı hareketini burjuvazinin kanatları altına sokmak yolundaki bu kendiliğinden trade-unioncu çabadan uzaklaştırmak, ve devrimci sosyal-demokrasinin kanadı altına sokmaktır.
İskra, n° 12'de yayınlanan ekonomist mektubun yazarları tarafından kullanılan, en güçlü ideologların işçi sınıfı hareketini maddi öğelerin karşılıklı etkileşimi ve maddi ortamla belirlenmiş yolundan uzaklaştırma çabalarının başarısızlığa uğradığı yolundaki sözleri, bu nedenle, sosyalizmden vazgeçmeyle aynı şeydir.
Eğer bu yazarlar, yazın ve toplumsal faaliyet alanına giren herkesin yapması gerektiği gibi, ne söylediklerini korkusuzca, tutarlı bir biçimde ve derinlemesine değerlendirebilselerdi, onlar için "o işe yaramaz kollarını boş göğüsleri üzerinde bağlamak" ve eylem alanını, işçi sınıfı hareketini "en az direnme çizgisine" doğru, yani burjuva trade-unionculuğu çizgisine doğru çeken Struve'lere, Prokopoviç'lere, ya da bu hareketi kilise ve jandarma "ideolojisi" çizgisine doğru çeken Zubatov'lara terk etmekten başka yapacakları bir şey kalmazdı.
Ama niye, diye soracaktır okur, kendiliğinden hareket, en az direnme çizgisini izleyen hareket, burjuva ideolojisinin egemenliğine yol açıyor? Şu basit nedenle ki, burjuva ideolojisi köken bakımından sosyalist ideolojiden çok daha eskidir, çok daha gelişkindir, ve boy ölçüşemeyecek kadar daha çok yayılma olanaklarına sahiptir.
Ve herhangi bir ülkede sosyalist hareket ne denli genç ise, sosyalist olmayan ideolojiyi güçlendirme yolundaki bütün girişimlere karşı o denli gayretli mücadele verilmeli, ve işçiler o denli kararlı bir biçimde, "bilinçli unsurun abartılması" vb.'ye karşı feryat eden kötü danışmanlara karşı uyarılmalıdır.
Ekonomist mektubun yazarları, Raboçeye Dyelo ile birlik içinde, hareketin çocukluğunun özelliği olan hoşgörüsüzlüğe sövüp saymaktadır.
Buna bizim yanıtımız şudur: evet, hareketimiz gerçekten de çocukluk dönemindedir, ve onun daha hızla büyümesini sağlamak için, kendiliğindenliğe yaltaklanmalarıyla onun büyümesini geciktirenlere karşı hoşgörüsüzlükle dolu olmalıdır.
Hiç bir şey, çok uzun süre önce mücadelenin her türlü kesin aşamalarını geçirmiş olan "ustalar" olma havasına bürünmemiz kadar gülünç ve zararlı olamaz.
Üçüncüsü, Raboçaya Mysıl'ın ilk sayısı "ekonomizm" teriminin (elbette ki, biz, bu ifade şu ya da bu yolda kendini kabul ettirmiş olduğuna göre, onun terkedilmesini önermiyoruz) bu yeni akımın gerçek niteliğine tam olarak uymadığını gösteriyor. Raboçaya Mysıl, siyasal mücadeleyi tümden reddetmiyor; ilk sayısında yayımlanan işçilerin yardım sandığının tüzüğü, hükümete karşı [sayfa 56] mücadele etmekten sözetmektedir.
Ne var ki, Raboçaya Mysıl "siyasetin ekonomiyi itaatle izlediğine" inanmaktadır (Raboçeye Dyelo, programında "Rusya'da ekonomik mücadelenin siyasal mücadeleden, herhangi başka bir ülkeden çok daha fazla ayrılamaz olduğunu" ileri sürdüğünde bu tezi değişikliğe uğratmaktadır).
Siyaset vardır, siyaset vardır. Böylece görüyoruz ki, Raboçaya Mysıl siyasal mücadelenin kendiliğindenliğine, bilinçsizliğine boyun eğdiği ölçüde, siyasal mücadeleyi yadsımıyor.
Bizzat işçi sınıfı hareketinden kendiliğinden çıkan siyasal mücadeleyi (daha doğrusu işçilerin siyasal istek ve istemlerini) tümüyle kabul ederken, sosyalizmin ve Rusya'nın günümüz koşullarının genel görevlerine uygun düşen özel bir sosyal-demokrat politikanın bağımsız olarak ortaya çıkarılmasını kesenkes reddediyor. Daha ilerde Raboçeye Dyelo'nun da aynı yanılgılara düştüğünü göstereceğiz.
Yeni bir şey söylediğine inanan inançlı herkes “ateşli” bir üslupla yazar ve görüşlerini yüreklilikle belirtir ve savunur. Ancak iki tarafı idare edenler “ateşli” üsluptan yoksundurlar; ancak böyleleri, bir gün Raboçya Mysıl’ın ateşini överken, ertesi gün onun hasımlarının “ateşli polemiğine” saldırabilirler.
Özlemi duyulacak olan savaşım, olanaklı olan savaşımdır ve olanaklı olan savaşım belli bir anda verilmekte olan savaşımdır. Bu, kendini edilgen olarak kendiliğindenliğe uyduran sınırsız oportünizm eğiliminin ta kendisidir.
Birçok Rus sosyal-demokratının, inisiyatif ve enerji yoksunluğundan, “siyasal propaganda, ajitasyon ve örgütlenme alanının” yetersizliğinden, devrimci çalışmanın daha geniş ölçüde örgütlendirilmesi için “planların” yokluğundan yakındıkları bir sırada, böyle bir zamanda, “plan-olarak-taktiklerin Marksizmin özüyle çeliştiğini” ilan etmek, yalnızca Marksizmi teori alanında kabalaştırmak değil, pratikte de partiyi geriye doğru sürüklemek demektir.
Raboçeye Dyelo vaızına şöyle devam ediyor:
“Devrimci sosyal-demokratın görevi, yalnızca, kendi bilinçli çalışmasıyla nesnel gelişmeyi hızlandırmaktır, bu gelişmeyi ortadan kaldırmak, ya da kendi öznel planlarını bunun yerine koymak değildir. İskra bütün bunları teoride bilir;
ama, Marksizmin bilinçli devrimci çalışmaya haklı olarak yüklemiş olduğu büyük önem, İskra’yı, uygulamada taktikler konusundaki doktriner görüşleri yüzünden, gelişmenin nesnel ya da kendiliğinden unsurunun önemini küçümsemeye sürüklemektedir.” (s. 18)
Bay V. V. Ve ortaklarına layık olağanüstü bir teorik kargaşalığın bir başka örneği. Filozofumuza şunu sormak isteriz: Öznel planlar hazırlayan bir kimse, nasıl olur da nesnel gelişmeyi “küçümseyebilir”?
Bu ancak, nesnel gelişmenin bazı sınıfları, katman ya da grupları, bazı ulusları ya da ulus gruplarını vb. yarattığını ya da güçlendirdiğini, yıktığını ya da zayıf düşürdüğünü ve böylelikle nesnel gelişmenin güçler arasında belirli bir uluslar arası siyasal mevzilenmeyi, ya da devrimci partiler tarafından takınılan tutumu vb. belirlediği gerçeğini gözden kaçırmakla olabilir.
Eğer planları hazırlayan bunu yaptıysa, onun suçu kendiliğinden unsuru küçümsemek olmayacak, tersine, bilinçli unsuru küçümsemek olacaktır; çünkü o zaman, plan hazırlayıcının nesnel gelişmeyi anlamada gerekli “bilinçten” yoksun olduğunu göstermiş olacaktır.
Onun için kendiliğindenlikle bilinçliliğin “göreli öneminin değerlendirilmesi” konusundaki bu sözlerin kendisi tam bir “bilinç” yoksunluğunu açığa vurmaktadır. Eğer “gelişmenin” bazı “kendiliğinden unsurları”, genel olarak, insan bilinci tarafından kavranabiliyorsa, bu durumda bunların yanlış değerlendirilmesi, “bilinçli unsurun küçümsenmesi” ile aynı şey olacaktır.
D.N: Şu da unutulmamalıdır ki, terör sorununu “teorik bakımdan” çözüme bağlarken, Emeğin Kurtuluşu grubu, daha önceki devrimci hareketlerin deneyimini genelleştirmiştir.
Teori, genelleşmiş gerçekliktir.
Ama sosyal-demokrasinin işlevi, kendiliğinden hareketin üzerinde dolaşan bir “ruh” olmak ve bununla yetinmeyip bu hareketi “kendi programı” düzeyine yükseltmek değildir de nedir? Bu işlev, herhalde hareketin kuyruğunda sürüklenmek olamaz; bu, en iyi durumda bile harekete hiçbir yarar sağlamaz ve en kötüsü hareket için son derece zararlı olur.
Ama Raboçeye Dyelo, yalnızca bu “süreç-olarak-taktikler”i izlemekle kalmıyor, onu, ilke düzeyine yükseltiyor, öyle ki, bu gazetenin eğilimini oportünizm olarak değil (kuyruk sözcüğünden gelen) kuyrukçuluk olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır.
Ve teslim etmek gerekir ki, hareketi arkadan izlemeye, onun kuyruğu olmaya azmetmiş olan kimseler, “gelişmenin kendiliğinden unsurunu küçümsemeye” karşı, kesin olarak ve sonsuza dek güvence altına alınmışlardır.
Ve böylece, Rus sosyal-demokrasisinde, “yeni akım” tarafından işlenen temel hatanın, bu akımın kendiliğindenliğe boyun eğmesi ve yığınların kendiliğindenliğinin biz sosyal-demokratlardan yüksek derecede bir bilinç gerektirdiğini anlayamamış olduğu sonucuna varmış bulunuyoruz.
Yığınların kendiliğinden kabarışı, ne kadar büyük ve hareket de ne kadar yaygın olursa, sosyal-demokrasinin teorik, siyasal ve örgütsel çalışması için daha yüksek bir bilinç göstermesi gereği de o ölçüde artar.
Rusya’da yığınların kendiliğinden kabarışı, öyle büyük bir hızla gelişti (ve halen de gelişmektedir) ki, genç sosyal-demokratların bu devasa görevleri yerine getirmekte hazırlıksız oldukları ortaya çıktı.
Bu hazırlıksızlık, hepimizin ortak talihsizliğidir, bütün Rus sosyal-demokratlarının talihsizliğidir. Yığınların kabarışı kesintisiz bir süreklilikle gelişti ve yayıldı; yalnızca başladığı yerlerde devam etmekle kalmadı, yeni yörelere, toplumun yeni katlarına yayıldı (işçi sınıfı hareketinin etkisi ile öğrenci gençlik arasında, genel olarak aydınlar arasında ve giderek köylüler arasında yeniden kaynaşmalar oldu).
Ama devrimciler bu kabarışın gerisinde kaldılar, hem “teorileriyle”, hem de eylemleriyle gerisinde kaldılar; onlar bütün harekete yön verebilecek olan değişmez ve sürekli bir örgüt kuramadılar.
Bundan sonraki bölümlerde kendiliğindenliğe bu boyun eğişin, siyasal görevler alanında ve sosyal-demokrasinin örgütsel çalışmasında nasıl ifadesini bulduğu göstereceğiz.
Büyük olayların tam ortasında doğru kararlar, gözünü devrime dikmiş olan, bunun hazırlığını yapan, yolunu şaşırmayan bir devrimci parti tarafından, çok yönlü bakma alışkanlığı olan ve eylemden korkmayan bir parti tarafından alınabilir.
Parti devrimi iradi olarak yaratmaz; iktidarı zapt etmek için istediği anı seçmez; fakat olaylara etkin bir şekilde müdahale eder, devrimci kitlelerin ruh haline her an nüfuz eder. Düşmanın direnç gücünü değerlendirir, ve böylece nihai eylem için en uygun anı belirler. Bu onun görevinin en zor tarafıdır. Partinin her durum için geçerli bir kararı yoktur. Gereken doğru bir teori, kitlelerle yakın bir irtibat, durumu kavramak, devrimci algı ve muazzam bir kararlılıktır. Bir devrimci parti proleter mücadelenin bütün etki alanlarına ne kadar iyi nüfuz ederse, amaç ve disiplin birliğiyle ne kadar bütünleşmiş olursa, görevini yerine getirme başarısına da bir o kadar çabuk ve iyi erişecektir.
Parti konjonktürü ve anı ne kadar iyi kavrarsa, direnişin dayanak noktaları ne kadar iyi hazırlanırsa, gücün ve rollerin dağıtımı ne kadar iyi yapılırsa, başarı da bir o kadar kesin olacak ve bir o kadar az kurban verilecektir. İtinayla hazırlanmış bir eylem ve kitle hareketinin karşılıklı ilintisini kurmak, iktidarı ele geçirmenin politik-stratejik görevidir. 59
Petrograd’da ise olaylar farklı gelişti. Parti her yerde kendi insanlarını bulundurarak, her mevziyi sağlamlaştırarak, işçilerin bir yandan garnizonla, diğer yandan hükümetle aralarındaki her yarığı genişleterek, iktidarı ele geçirmeye doğru azimle ve kararlılıkla hareket etti. 59
Seçilebilirlik, demokratik yöntem, proletarya ve onun partisinin elindeki araçlardan sadece biridir. Seçilebilirlik hiçbir şekilde bütün dertlerin devası bir fetiş olamaz. Seçilebilirlik yöntemleri atama yöntemleri ile birleştirilmelidir.
Politik bir teşhis astronomik bir teşhisle aynı duyarlılıkta olamaz. Gelişmenin genel çizgisini doğru belirtiyorsa ve içinde temel çizginin kaçınılmaz olarak sağa ya da sola kaydığı olayları gerçek akışında doğru yönelişi almaya yardım ediyorsa bu teşhis yeterlidir.
Ancak insan bilinci bütünüyle edilgin olarak içinde bulunduğu nesnel koşulları yansıtmaz. Onlara etkin olarak tepki vermeye alışkındır. Belli zamanlarda bu tepki gerilimli tutkulu ve kitlesel bir karaktere bürünür. Doğru olan ve olası olan arasında engeller kalkar. Kitlelerin tarihsel olaylara etkin müdahalesi aslında bir devrimin olmazsa olmaz unsurudur.
Fakat emekçi kitleler farklı bir konumdadır; uzun zamandır almadan vermeye alışmışlardır. Çalışırlar, olabildiğince sabırlıdırlar, umut ederler, sabırları taşar, ayağa kalkarlar ve mücadele ederler, ölürler, başkalarına zafer kazandırırlar, ihanete uğrarlar, umutsuzluğa düşerler boyun eğerler ve çalışmaya devam ederler. İşte halk kitlelerinin tarihi, hangi rejim altında olurlarsa olsunlar, böylesi bir tarihtir. İktidarı kararlı ve mutlak bir biçimde ele geçirmek için proletarya, düşüncesinin berraklığında ve devrimci kararlığında diğer partilere baskın gelen bir partiye gereksinim duyar.
Şuna inandım ve hala inanmaktayım; muhafazakâr politikalardan ayrı olarak devrimci politikalar örtbas etme zemininde inşa edilemez. “Olan biteni açık konuşmak”, işçi devletinin en yüce ilkesi olmalıdır.
Bilimsel düşünce sanatı niceliğin niteliğe tam olarak nerede dönüştüğünü belirleyebilmektir.
Kavramların doğru kullanımı bizi şematizme sürüklenmekten korur ve bizi ilgilendiren olguları somut biçimde karakterize etmemizi sağlar. Böylece olgu yalıtılmış halde, tekil olarak değil, kendisine bağlı başka birçok olgu ile tarihsel bağlarıyla ele alınır.  
Hazır normlar ve gelişmenin canlı süreçlerini bu normlara mekanik olarak uydurarak işleyen bir yapay idealist düşünce biçimi, insanı kolayca coşkudan alıp bezginliğin içine atabilir. Yalnızca bütün varoluşu kendi gelişim sürecinde ve içsel güçlerinin çatışmasında incelemeyi öğreten diyalektik materyalizm bize düşünce ve eylem arasındaki gerekli dengeyi sağlayabilir.
 Her yeni olayı bir öncekine bağlayan ipin ucunu kaçıranlar Marksist çözümlemeyi terk etme riski ile karşı karşıyadırlar.
Biz çalışırız, tartışırız, vargılarımızın doğruluğunu, yanlışlığını var olanın ışığında görmeye çalışırız. Yaptığımız hataları açıkça düzeltir ve yolumuzda ilerleriz. Bilimsel inanç ve bireysel kararlılık Marksizm ve Leninizmin en iyi geleneklerindendir.
Devrim sadece sınıf mücadelesinin keskinleşmesinden doğar; ve devrim,"zafer" garantisini ancak proletaryanın toplumsal işlevlerinde bulabilir; çünkü, tüm toplumsal hayatın temeli üretimdir ve kapitalist sınıfın elindeki üretim araçları ancak proletarya tarafından harekete geçirilebilir. İşte bu nedenle, grev, doğrudan doğruya proletaryanın modern toplumdaki üretici rolünden (toplumsal işlevinden) kaynaklanan bir mücadele yöntemidir. Fiili olarak bir grev örgütlemek, sadece sanayi ve tarım işçilerinin yapabileceği bir şeydir. Genel grevler ve politik kitle grevlerinin devrimci durumlardaki olağanüstü işlevleri bir yana, orta büyüklükte bir grev bile işçilerin özgüveninin güçlenmesi ve sendikanın büyümesi gibi önemli toplumsal sonuçlara yol açabilir. 
Artan yoksulluk, ezilenler ve sömürülenler kitlesinin büyümesi demektir. Bu süreç kendi tamamlayıcısını yaratıyor: sayıca artan, disiplinli, tam da kapitalist üretim sürecinin kendi mekanizmasi tarafından örgütlenmiş, kapitalizmin mezar kazıcısı olan işçi sınıfının isyanı gelişiyor. Proletarya, artık dünya sahnesinde, üretimin kalbindedir. Proletaryanın asıl önemi, büyük ölçekli üretimde oynadığı rolden kaynaklanır.
Tüm toplumsal hayatın temeli üretimdir ve kapitalist sınıfın elindeki üretim araçları ancak proletarya tarafından harekete geçirilebilir. Lakin üretim araçlarını harekete geçirince, toplumsal yaşamın yeniden üretilmesini sağlayan işçi sınıfı, bu araçları hareket etmekten alıkoyma gücüne de aynı derecede sahiptir. Toplumsal hayatın temeli üretim olduğu içindir ki, işçiler şalterleri indirerek tüm hayatı durdurabilirler. Tam da bu yüzden, işçi sınıfı kapitalizmi yok etme yeteneğine sahiptir. İşte bu nedenle öncü sınıf diyoruz işçi sınıfına.
Tarihte, bu denli kolektif hareket etme yeteneğine sahip herhangi bir sınıf var olmamıştır. Dahası, kolektif hareket etmek, işçi sınıfı açısından, bir yetenekten öte bir zorunluluktur. Marx, "Tüm emek sürecinin gerçek kaldiraci bireysel işçi değil, aksine, toplumsal olarak birleşmiş emek-gücüdür" der. Yani, üretim bireyler olarak işçilerin değil, kolektif işçinin eseridir. İşçi sınıfını tanımlayan kolektif hareket etmeye yatkınlık, disiplin ve dayanıklılık, bu sınıfa bizzat kapitalist üretim tarzı tarafindan kazandırılır. işçi sınıfında olup da köylülerde olmayan tam da budur.
Köylü, tarım proleterlerini dâhil etmemek kaydıyla, bireysel üreticidir ve birbirleri ile zorunlu olarak rekabet içindedir. Ürünü, kendi bireysel emeğidir. Köylülerin toplamı, "bireysel köylü kitlesi"ni oluştururken iken, işçiler ancak "kolektif işçi"yi oluşturabilir. İşçi sınıfını, köylülüğün sınıfsal önderi konumuna yükselten de budur. Metal, petrokimya, enerji ve ulaştırma gibi temel sektörlerde yapılan kısmi yahut genel grevler, diğer tüm sektörlerde az ya da çok bir kesinti yaratr. Grevin daha da yayılmasını tetikler. Ve bu eğer zafere ulaşırsa, tüm işçilerin birden yararınadır.
Halbuki belirli bölgelerde, örneğin pamuk toplanmaması, ancak diğer bölgelerdeki pamuk üreticisi kesimlerin daha çok kar etmelerine yol açar. Bu sebeple, işçi sınıfı, kapitalist üretimin doğası gereği, ona karşı kolektif hareket etmeye yatkınken, köylü, yoksullaşırken bile proletaryanın öncülüğünden mahrumsa, kendisini acımasızca yoksulluğa itmekte olan kapitalizme karşı örgütlü bir mücadele veremez.
Bütün bu gerçeklere rağmen unutmamalıyız ki işçiler de "olağan dönemlerde", "olağan" özellikler taşırlar. Sömürüye karşı birlikte verilen mücadele, güçlü dayanışma ve fedakarlık tohumları yaratır. Ancak, her gün derinleşen yoksulluk, işçilerin kendi içlerindeki farklılaşma, burjuva partilerinin ve sendika bürokrasilerinin yozlaştırıcı etkileri, bu tohumların güçlü ağaçlara dönüşmesi sürecini geciktirir.
Burjuvazi, işçi sınıfını masasındaki artıklarla, kendi egemenliğindeki sendikalarla ve de asker-polis kuvvetiyle yolundan alıkoymaya çalışır. Lakin askerin ve polisin, tankını ve panzerini üreten yine işçilerdir. Copu da onlar üretir, gazı da kalkanı da.
Genel grev, işçi sınıfı düşmanlarının elinden, işte bu nedenle, tüm fiziksel gücünü almaya muktedirdir. Sendikalar ise yükselen sınıf hareketi tarafından ya devrimcileştirilecek yahut da yolun kenarına itilecektir. Masadaki artıklara, yani ödünlere gelince, sınıfsal çelişkiler yeterince keskinleştiğinde, uzlaşmanın zemini de yok olur. Çünkü kalıcı uzlaşma, ancak kalıcı ödünlerle mümkün olur.
Lakin kapitalistler tam da sermayenin doğası gereği verdikleri ödünleri, belirli bir süre sonra geri almak zorundadırlar. İşte bu temel gerçeklerden ötürü işçiler, kolektif mücadele deneyimlerinden en temel gereksinimlerinin karşılanmasının bile ancak kapitalist üretimin tarihe karışmasyla mümkün olacağını öğrenir.
Son olarak, işçilerin bir sınıf halindeki davranışı ile tekil bireyler halindeki davranışları arasında, tek bir tuğla ile Çin Seddi arasındakinden daha büyük bir fark vardir. Tek bir tuğlayı, grevinizi zorla bitirmeye çalışan polise fırlatırsanız, tuğlanız ancak polis kalkanına çarparak kırılır. Ama dünyanın tüm polisleri, dünyanın tüm kalkanları ile birleşse, Çin Seddi kafalarına düştüğünde tuzla buz olmaktan kurtulamayacaklardır. Tek tuğla, yani tek işçi, kolektif mücadele içerisinde bireysel kısıtlılıklarını aşar.
Demek ki, işçilerin kendi mücadele deneyimleri, işçiler arasında parçalanamaz bir harç karar. Tuğlayla duvarı örer ve bir "sınıf" haline gelirler. Kısacası, işçi sınıfı hatalar ve yenilgiler pahasına değil, tam da bunlar sayesinde nihai zaferi kazanır. Toplumsal hayatı var eden işçi sınıfı, bu hayatı kendisine cehennem eden kapitalizmi, cehennemin dibine mutlaka gönderecektir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder