Son yıllarda sosyoloji, sosyal politika ve siyaset bilimi alanlarının önemli tartışma konularından birisi sosyal sınıflardır.
Liberal ve muhafazakar ekoller sınıfların öldüğünü iddia ederek işin içinden sıyrılmışlardır. Bunu söylemek siyasi açıdan işlerine de gelmektedir. Ek olarak, sınıf hareketlerindeki ciddi düşüş, Yunanistan dışında kalan ülkelerde ekonomik krize karşı yükselen tepkilerin işçi sınıfı odaklı olmayışı, bu çevrelerin bu tezlerine bir kez daha güç vermiştir.
Öte yandan, Yeni Weberci ve hatta Yeni Marksist olarak bilinen isimler bile, sınıf olgusuna sahip çıkıyor olmalarına rağmen, çok değişik gerekçelerle, sınıfların en azından eski önemini yitirdiğini ileri sürebilmektedir.
Ayrıntısına hiç girmeden, sınıfın bir toplumsal kategori olarak ortadan kalktığını ileri süren tezlerin tümüyle gerçekdışı olduğunu belirterek geçelim.
Sosyoloji alanında bu konudaki araştırmaların ardı arkası kesilmemektedir ve üstelik sınıf olgusuna bu ilgi, yukarıda da değinildiği gibi, sınıfın yok olduğunun iddia edildiği bu postmodern dönemde gerçekleşmektedir.
Şurası çok açıktır: Hangi parametreye göre belirlendiğinden tamamen bağımsız olarak (ister meslek zemininde, ister üretim ilişkileri ortamını veri alarak gerçekleştirilsin) sınıfların varlığı bir vakıadır.
* * *
Ancak esas sorun bundan sonra başlamaktadır. Sınıf vardır, fakat bu varlık toplumsal gelişmeleri etkileyen ve giderek belirleyen bir faktör olarak kendisini gerçekleştirememektedir.
Bu ayrımda “kendinde sınıf” ve “kendisi için sınıf” kavramsallaştırmaları halen yeterince açıklayıcıdır. Sınıfın varlığı “kendinde sınıf” aşamasına denk gelmekte ve “kendisi için sınıf” olamadıkça, sınıf gerçekliğinin toplumsal anlamda herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
Günümüzde sınıfın ne denli “kendisi için” aşamasına ulaştığının belirlenmesi açısından adına Alford İndeksi denilen bir parametre bile kullanılmaktadır. Bu ölçüt, sınıfların kendi sınıfsal çıkarlarını savunan siyasal partilere verdikleri oy oranları üzerinde hesaplanmaktadır: Kendi siyasal partisine oy veren sınıf bilinçlidir.
* * *
“Kendisi için sınıf “ bilinçli sınıf ya da sınıf bilincine ulaşmış sınıf demektir.
Az önce değinildiği gibi sorun buradadır. Sınıf vardır, ancak bir gerçeklik olarak kendisinin farkında değildir, sınıfsal çıkarları için mücadele zemininde yoktur, bütün bunlardan dolayı da genel olarak bütün dünyada ve özel olarak da bizde toplumsal olaylar sınıf dışı toplumsal faktörlerce belirlenmektedir. Pek çok ülkede bugün toplumsal gerçekliği belirleyici yapı olarak öne çıkan faktör etnik ve dini kimliklen olmaktadır.
Etnisite, din, cinsiyet gibi faktörlerce belirlenen kutuplaşmalar, sömürüyü ortadan kaldırmak açısından gerekli olan sömüren/sömürülen kutuplaşmasının üzerine örtmekte ve sonuç itibariyle sömürenlerin işine yaramaktadır.
Bilinçli sınıfın zayıflığının yarattığı sorun mücadele yerine didişmenin ortaya çıkmasıdır.
Bu nedenle, sınıf bilincine nasıl ulaşılacağı, sınıf kimliğinin nasıl edinileceği ve bu gibi sorular kapsamında öznenin yeri konularının her zamankinden daha fazla dikkate alınmaya ve tartışılmaya gereksinimi vardır.
İlerlemek adına birkaç ipucu önerilebilir:
Sınıfın bilinçlenmesi kendiliğinden olacak iş değildir ve sınıfa dışarıdan bilinç taşıma retoriği halen geçerlidir.
Sayın yazar arkadaş, size bu kitabı okumanızı öneririm. Siz olayı kökten yanlış anlamışsınız. |
Fakat, sınıfta kimlik oluşumu ve sınıf bilincinin gelişimi açısından siyasi öznenin başlangıçtaki belirleyiciliği bir yere kadardır.
Siyasi özne, ancak, sınıfta kendiliğinden hareketlilik düzeyine erişmiş bir talep ve rahatsızlık durumu söz konusu ise devreye girecek kanal bulabilir.
Okuma, yazma, yani entelektüel faaliyet sınıfın bilinç kazanması açısından hemen tamamen işlevsizdir.
Sınıf ancak rahatsız konumda ise bu rahatsızlığını kendiliğinden eylem biçiminde ortaya koyabiliyorsa ya da en kötü ihtimalle buna meyyal ise; “okumuş-yazmışların” sınıfa bilinç kazandırma olanakları olabilir.
Sınıfın bilinçlenmesi, kendi sınıfsal çıkarlarını öğrenmesi, kendi kabuğunu kırıp entelektüel faaliyetle, yani siyasi öncüyle temas haline girme düzeyine erişmesi için itici güç eylemdir. Sınıfın kendiliğinden eylemi, sınıf bilincinin gelişimi bakımından asgari koşuldur.
Eyleyen, yani karşıt sınıfla mücadele ortamına fiilen dahil olan sınıf, somut gerçeklik içinde yanındakini ve karşısındakini kavrar. İşte bu dinamik ortam sınıfın “kendinde”ki kabuğunun parçalanmasının ve sınıfın “kendine gelmesinin” gerek koşuludur.
Sınıfın kendi somut çıkarları için hareketlenmesini, bir araya gelmesini, yani karşı sınıfla karşı karşıya durmasını gerektirecek ekonomik, siyasal, sosyal zorlayıcıların eklemlenemediği durumda, siyasi öznenin, sosyalistlerin, etik-siyasal değerlerle entelektüel donanımlarını sınıfa götürme zorunluluğu hissedenlerin yapabileceği şey, daha içe dönük, öncü işçileri yakalamaya, yaratmaya, konsolide etmeye yönelik bir çalışma olabilecektir.
Bu kadar mı? Değil elbet:
Şüphesiz her zaman ve her koşulda, işçi sınıfının “karşılanmamış-kaçırılmış” “kendisi içinlenme” talebi belli ölçülerde söz konusudur.
Bu “karşılanmamış” “kendisi içinlenme” yönündeki potansiyel, sınıfın sahipsizliğiyle, umutsuzluğuyla ilişkilidir. Yani, sınıf kendiliğinden hareketlenmesini gerektirecek somut sorunlar yaşıyor olsa da, hareketlenmenin bir işe yaramayacağı umutsuzluğuyla, önüne düşecek birileri bulunmadığı için, düşmanın tehditlerine bağlı olarak dağılmıştır. İşte burada da sosyalistlerin derleme, toparlama, hedefe kilitleme, cesaret verme, örnek olma, öne düşme ve kesinlikle muharebe meydanına yöneltme, kısacası bilinç için gereken asgari koşulları yaratma açısından önemli işlevleri olacaktır.
Böylece sınıf bilinci bağlamında, sınıf içindeki siyaset açısından bugün için iki önemli görev öne çıkar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder