Kısmı Zaferlerden Kökten Kurtuluş

"Almanya için bir ütopyacı düş olan şey, radikal devrim, insanın genel kurtuluşu değil, kısmi, sırf siyasal bir devrim, yapının temellerini ayakta bırakan bir devrimdir. (...) kısmi bir kurtuluş (...) sivil toplumun bir kesiminin kendisini kurtararak genel egemenliğe ulaşmasıdır. (...) Ama Almanya'da hiçbir sınıf, onu toplumun yıkıcı temsilcisi yapacak cüret, kararlılık ve acımasızlığa sahip değildir... Almanya sonuna kadar giden bir devrim yapmadıkça, devrim yapmış olamaz. Almanya'da Ortaçağ'dan kurtuluş Ortaçağ üzerindeki kısmi zaferlerden de kurtuluşla mümkündür."

"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''

"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".

Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...

Sevgiyle kalın...

28 Ocak 2012 Cumartesi

Bu yazıyı değerlendirirken lütfen yazara karşı küçümseyici ifadeler kullanmayalım. Yapabiliyorsak, kuramsal bir tahlile tabi tutalım. Lütfen cümlelere büyük harfla başlayınız...

Marksist çözümleme her şeye kadir mi?

Metin Çulhaoğlu
Kimi gelişmeler, eldeki verilerden, işaretlerden ve genel eğilimlerden hareketle önceden kestirilebilir.
Peki, Marksistlerin, gelişmeleri önceden kestirme bakımından başkalarına göre daha donanımlı oldukları söylenebilir mi?
Kişisel olarak bu soruya yanıtım rezervli bir “evet”tir.
Bu “rezervin” birkaç nedeni var. Bir kere, kendini sosyalist ve Marksist olarak tanımlayan pek çok kişi, Marksizm’in çözümleme gücüyle öngörü gücünü birbirine karıştırır. Başka bir deyişle, Marksizm’in sağladığı, belirli bir durumu kendi bütünlüğü içinde çözümlemeye yarayan gelişkin yöntem ve araçların, hiç eksilmeden, gelecekte ne olacağını kestirmeye de yarayacağı düşünülür. Oysa en yetkin Marksist çözümleme bile, belirli bir durumun evrilebileceği tek değil birkaç yörüngeye işaret eder ve bu anlamda ucu açıklık taşır. Çünkü bir kez daha, en yetkin Marksist çözümleme bile, çözümlenen durumdaki sayısız aktörün daha sonraki etkileşiminin nasıl olacağına ve ortaya nasıl bir “yeni” durum çıkaracağına ilişkin tek bir model sunamaz.
İkincisi, Marksist çözümleme, görece daha yetkin ve kapsayıcı olduğu alanlardan, daha az böyle olduğu, giderek böyle olmasının mümkün olmadığı alanlara kadar uzanan bir çizgide ilerler. Örneğin, Marksist çözümleme, dünya kapitalizminin genel gidişatının ne yönde olduğu, bu gidişatı ne tür krizlerin beklediği, krizlerin tetikleyici faktörünün nerede aranması gerektiği gibi başlıklarda çok isabetli, üstelik fazla “açık uç” bırakmayan tespitlerde bulunabilir. Bir adım daha ilerlersek, bu gidişatta devlet-siyaset-ideoloji üçgeninin yeni kurulum biçimleri hakkında kimi kestirimlerde de bulunabilir. Ancak, burada artık yavaş yavaş kesinlikler alanının dışına çıkılmakta, “açık uçluluk” giderek daha fazla devreye girmektedir. Daha da ileri gidersek, bu kez ortaya “işçi sınıfının”, “kitlelerin” veya “halkın” yeni oluşan durumlara nasıl tepki vereceği konusu çıkar ki, burada en yetkini bile olsa Marksist çözümlemenin verebileceği yanıtlar sınırlıdır.
***
Aslında, Marksist çözümlemenin her alanda her şeyi yerli yerine oturttuktan sonra bir de gelecekte ne olacağını ortaya koyduğuna iman edersek, böyle bir tabloda siyasete herhangi bir yer bulmak mümkün olmayacaktır.
Ancak siyaset, Marksizm’in “bittiği” noktadan sonra başlayan, ayrı düzlemde bir etkinlik değildir. Siyaset, Marksist çözümlemenin kesinliklerinin seyreldiği veya açık uçlar verdiği alanlarda, bu alanlara görece daha fazla kesinlik, daha çok kalın çizgi katmaya yönelik bir uğraştır. Az önce söylenene dönelim: Kapitalizmin genel gidişatı konusunda çok daha kesin çözümlemeler, bir yerden sonra “devlet-siyaset-ideoloji üçgeninin yeni kurulum biçimlerini” gündeme getiriyor, bunu da “sınıfın” ya da “kitlelerin” yeni oluşan durumlara ne tür tepkiler verebileceği sorusu izliyordu. İşte, siyaset, tam da bu son iki alana ait, bunlarla ilgili bir etkinliktir.
Sosyalist siyasetin, kapitalizmin tarihsel birikim modellerinin şekillenmesinde ne ölçüde rol oynadığı ayrıca tartışılabilir; ancak, son 30 yılın günümüze uzanan birikim modelinde, bir “eyleyen” olarak sosyalist siyasetin rolü ve payı yoktur. Bugün, şu an için bakıldığında, diğer iki alanda, yani Devlet-siyaset-ideoloji üçgeninin kuruluşunda ve “kitlesel tepkilerde” rolünün ve payının olduğunu söylemek de, kimi istisnalar dışında, çok güçtür. O halde, sonuç az çok belirginleşmektedir: Marksist çözümlemenin, birinci alandan sonraki alanlara geçerken giderek seyrelen kesinliği ve determinizmi, sosyalist öznenin bu alanlardaki etkisizliğiyle birleştiğinde ortaya aslında olması gerekenden daha geniş bir belirsizlikler alanı çıkmaktadır.
Müneccimlik iddiası taşıyanlar veya kendini peygamber ilan edenler dışında, bu alana ilişkin kalın çizgili öngörülerde bulunmak şimdi çok daha güçleşmiştir.
Ancak, paradoksal görünmesin: Bu “iyi” bir şeydir…
***
Neden “iyi”dir?
Buraya kadar söylenenler hiç çağrıştırmamış olsa bile, yazının amacı, en genel anlamda Türkiye “solunun” kimi kesimlerine hâkim olan bezginlik ve umutsuzlukla hesaplaşmaktır.
“Bu halk adam olmaz…”
“Sınıf mı, halinden pek memnun…”
“Bunlar bir torba nohutla kömüre tav olurlar…”
Aslında bu kesimde yer alanların Marksizm’den ve yönteminden pek haberdar oldukları söylenemez. Ancak, bu durumlarına rağmen, Marksist yöntemi kullanabilenlerin hiçbir zaman cüret edemeyecekleri bir kesinlik ve determinizm içinde oldukları söylenebilir. Çünkü böylelerine göre, ortada bir kapitalizm, günümüz kapitalizmi vardır; sonra, bu kapitalizm hiç eksilmeden, boşluk bırakmadan, Devlet-siyaset-ideoloji üçgenini birebir belirlemiştir; burada da kalmamış, kapitalizmin bire bir belirlediği üçgen, bu kez sınıf dâhil geniş kesimlerin duygularını, tepkilerini, tercihlerini, yönelimlerini vb. de kesin sınırlar çizerek belirlemiştir…
Dikkat ederseniz, bu kesimin öyle fazla öngörüsü, kestirimi de yoktur; hatta hiç yoktur. Gene de kendi içlerinde tutarlıdırlar: Her şeyin bu kadar kesin ve doğrudan belirlenmişlik içinde olduğu bir durumda neyin tahmini, öngörüsü yapılabilir ki?
Demek ki, kesin öngörülerde bulunmayı engelleyen belirsizliklerin veya temel belirleyicinin başka alanlara boşluklar bırakarak uzanmasının sosyalist siyaset açısından hayırlı bir yanı var. Böylece en azından, içinden siyasetin, siyasetin öznesinin çıkabileceği bir boşluk görülebiliyor. Üstelik bu boşluk “eyleyenle” belirli bir ölçüde dolduğunda, üçgenin de öyle herhangi birinin keyfine göre kurulamayacağı, kitlesel edilgenliğin ise mutlak bir belirlenmişlik değil değişebilecek bir durum olduğu söylenebiliyor.
İyi ki de söylenebiliyor.
Ya bir de “öbürküler” gibi determinist olunsaydı?

1 yorum:

  1. Noktalama işaretlerine dikkat etmezseniz anlaşılmanız zorlaşır. Büyük laflara, böbürlenmeye, başkalarını küçümseyerek egomuzu tatmin etmeye başka yerde çalışalım. Burada GERÇEĞE tam bir sadakat ve adalet temel ölçütler olmalı. Uydurmak değil ama araştırarak ve tartışarak öğrenmek ilk hedefimizdir.

    YanıtlaSil