DİSK 30 yıl önceki işkolu esaslı toplu sözleşme sendikacılığını yapmaya devam edecek midir, yoksa bütün imkanlarını bugünün ihtiyacı olan örgütlenme ve mücadele stratejilerini tespit edip sadece işkolu toplu sözleşmelerine dayanan sendikal çizgi yerine devrimci bir sendikal örgüt gibi mücadeleye mi soyunacaktır? DİSK’in önündeki temel sorun budur
DİSK’in 14. Genel Kurulu 10-11-12 Şubat tarihlerinde gerçekleşecek. Bu genel kurulda DİSK’in sınıf mücadelesine ilişkin ne tür iddiaları gündeme getireceği 11-12 Ocak tarihlerinde yapılan “Genişletilmiş Başkanlar Kurulu” toplantısında ele alındı. Toplantının sonuç bildirgesine işçi hareketinin gerçek sorunları ve DİSK’in bu süreçte üzerine düşen yükümlülüklerini görmekten uzak genel geçer politik söylemlerle günü kurtarmayı amaçlayan bir tutum sinmiş. DİSK’in ülkenin ağır politik sorunlarına kayıtsız kalmayacağı ifade edilmekle birlikte aslında ne politik sorunlara ne de işçi hareketinin güncel sorunlarına bugünün gerçekleri üzerinden nasıl müdahale edileceği konusunda bir mücadele çizgisi görülmüyor.
Temel sorun DİSK’in işçi sınıfı içerisinde nasıl yeniden güç haline geleceğini açıkça tartışmak ve DİSK’i buna göre tepeden tırnağa yeniden örgütlemek değil midir? DİSK işçi sınıfı içerisindeki bütün yapısal değişimlere, örgütlülük ve bilinç düzeyindeki bütün gerilemelere rağmen halen sadece 30 yıl önceki işkolu esaslı toplu sözleşme sendikacılığını yapmaya devam edecek midir, yoksa bütün imkanlarını (daha önceki yetkili kurul toplantılarında –en azından tarafımızdan defalarca sunulmuş olduğunu bildiğimiz-) bugünün ihtiyacı olan örgütlenme ve mücadele stratejilerini tespit edip sadece işkolu toplu sözleşmelerine dayanan sendikal çizgi yerine devrimci bir sendikal örgüt gibi mücadeleye mi soyunacaktır? DİSK’in önündeki temel sorun budur. DİSK bu sorunun cevabını doğru biçimlerde verip gereğini yapmaya başladığında gerçek anlamda DİSK olabilir ve ülkenin bütün temel meselelerinde ciddi bir taraf haline gelebilir.
Bu konuda özellikle son dönemlerde DİSK’te merkezi düzeyde yapılan bir şey var mı? Yok. Son başkanlar kurulu bildirgesinde yeni mücadele stratejisine ilişkin bir açılım var mı? Yok. Bildirinin başlığının bile gerçek hayatla ilgisi yok: “Genel Kurula tek yumruk, tek yürek giden DİSK…” DİSK içerisinde kamuoyuna yansıyan bir tartışma mı var ya da sınıf hareketine ilişkin bir yol ayrımı mı çıktı da bu genel kurulun önemine binaen tartışmaları bir yana bırakıp “tek yumruk, tek yürek olma” mesajını öncelikle topluma sunuyoruz? Tamamen bir “iç dünya”ya ait tartışmalar, anlaşmazlıklar, küskünlükler üzerine kurulu saflaşmaların sınıf hareketi açısından ne anlamı vardır? Gerçek hayatla bir ilgisi olmayan yapay ayrımları ortadan kaldırıp “tek yumruk” olmanın kime ne yararı ya da zararı olacak ki!
DİSK’in 12 Eylül sonrası bugüne kadarki hali Yılmaz Erdoğan’ın bir ara meşhur olan şiirinin adı gibi. Yılmaz Erdoğan’ın sevgilisine “Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim” dediği gibi biz de DİSK’e “Ben senin yapabilme ihtimalini sevdim” diyerek mi sürdüreceğiz? Ancak biz DİSK’in 1980 öncesi efsaneleriyle avunmaya devam ederken hayat yanı başımızdan gürül gürül akıp gidiyor. Güvencesizleştirilen, örgütsüzleştirilen, yoksullaştırılan milyonlarca işçi hayatın içinde debelenip duruyor. DİSK bu kavganın tam da göbeğinde yer alması gerekirken hala resmi sendikacılık yaparak, kendi tüzüğünü bile bir önceki dönemin koşullarından kurtarma iradesini bile gösteremeyerek hayatın gerçek dinamiklerinden hızla uzaklaşmaktadır.
Nereye kadar idare edeceğiz?
DİSK’in 14. Genel Kurulu 10-11-12 Şubat tarihlerinde gerçekleşecek. Bu genel kurulda DİSK’in sınıf mücadelesine ilişkin ne tür iddiaları gündeme getireceği 11-12 Ocak tarihlerinde yapılan “Genişletilmiş Başkanlar Kurulu” toplantısında ele alındı. Toplantının sonuç bildirgesine işçi hareketinin gerçek sorunları ve DİSK’in bu süreçte üzerine düşen yükümlülüklerini görmekten uzak genel geçer politik söylemlerle günü kurtarmayı amaçlayan bir tutum sinmiş. DİSK’in ülkenin ağır politik sorunlarına kayıtsız kalmayacağı ifade edilmekle birlikte aslında ne politik sorunlara ne de işçi hareketinin güncel sorunlarına bugünün gerçekleri üzerinden nasıl müdahale edileceği konusunda bir mücadele çizgisi görülmüyor.
Temel sorun DİSK’in işçi sınıfı içerisinde nasıl yeniden güç haline geleceğini açıkça tartışmak ve DİSK’i buna göre tepeden tırnağa yeniden örgütlemek değil midir? DİSK işçi sınıfı içerisindeki bütün yapısal değişimlere, örgütlülük ve bilinç düzeyindeki bütün gerilemelere rağmen halen sadece 30 yıl önceki işkolu esaslı toplu sözleşme sendikacılığını yapmaya devam edecek midir, yoksa bütün imkanlarını (daha önceki yetkili kurul toplantılarında –en azından tarafımızdan defalarca sunulmuş olduğunu bildiğimiz-) bugünün ihtiyacı olan örgütlenme ve mücadele stratejilerini tespit edip sadece işkolu toplu sözleşmelerine dayanan sendikal çizgi yerine devrimci bir sendikal örgüt gibi mücadeleye mi soyunacaktır? DİSK’in önündeki temel sorun budur. DİSK bu sorunun cevabını doğru biçimlerde verip gereğini yapmaya başladığında gerçek anlamda DİSK olabilir ve ülkenin bütün temel meselelerinde ciddi bir taraf haline gelebilir.
Bu konuda özellikle son dönemlerde DİSK’te merkezi düzeyde yapılan bir şey var mı? Yok. Son başkanlar kurulu bildirgesinde yeni mücadele stratejisine ilişkin bir açılım var mı? Yok. Bildirinin başlığının bile gerçek hayatla ilgisi yok: “Genel Kurula tek yumruk, tek yürek giden DİSK…” DİSK içerisinde kamuoyuna yansıyan bir tartışma mı var ya da sınıf hareketine ilişkin bir yol ayrımı mı çıktı da bu genel kurulun önemine binaen tartışmaları bir yana bırakıp “tek yumruk, tek yürek olma” mesajını öncelikle topluma sunuyoruz? Tamamen bir “iç dünya”ya ait tartışmalar, anlaşmazlıklar, küskünlükler üzerine kurulu saflaşmaların sınıf hareketi açısından ne anlamı vardır? Gerçek hayatla bir ilgisi olmayan yapay ayrımları ortadan kaldırıp “tek yumruk” olmanın kime ne yararı ya da zararı olacak ki!
DİSK’in 12 Eylül sonrası bugüne kadarki hali Yılmaz Erdoğan’ın bir ara meşhur olan şiirinin adı gibi. Yılmaz Erdoğan’ın sevgilisine “Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim” dediği gibi biz de DİSK’e “Ben senin yapabilme ihtimalini sevdim” diyerek mi sürdüreceğiz? Ancak biz DİSK’in 1980 öncesi efsaneleriyle avunmaya devam ederken hayat yanı başımızdan gürül gürül akıp gidiyor. Güvencesizleştirilen, örgütsüzleştirilen, yoksullaştırılan milyonlarca işçi hayatın içinde debelenip duruyor. DİSK bu kavganın tam da göbeğinde yer alması gerekirken hala resmi sendikacılık yaparak, kendi tüzüğünü bile bir önceki dönemin koşullarından kurtarma iradesini bile gösteremeyerek hayatın gerçek dinamiklerinden hızla uzaklaşmaktadır.
Nereye kadar idare edeceğiz?
DİSK Genel Kurulu’nun önündeki görev şimdiye kadar olduğu gibi “parası olan sendikaların” yönettiği bir DİSK yönetimi mi oluşacak yoksa DİSK’in mücadele geleneğini sürdürmeye çalışan sendikal yapıların etkin olduğu ve yeni bir mücadele stratejisini ve dinamizmini DİSK’e kazandıracak bir yeniden yapılanma anlayışı mı yönetime gelecek? Aidat alan ve DİSK’e aidat ödeyen sendikaların daha şimdiden delege sayısının ağırlığını kazandığı fakat Devrimci Sağlık İş’in toplu sözleşme yapmadığı için “aidatlı” da olsa üye sayısı sıfır gösterilerek sadece iki delegeyle katıldığı bir DİSK Genel Kurulu’na gidiyoruz. Demokratik kamuoyuna sorsanız şu anda DİSK’in en çok aidat alan ama (en iyi ihtimalle) kendi üyelerinin haklarının korumakla sınırlı bir çizgi izleyen sendikasını mı bilirsiniz yoksa tersane mafyasıyla dişe diş mücadele ederek tersane gerçeğini bütün kamuoyuna duyurup DİSK’in bayrağını hükümetin gözüne sokan Limter-İş’i mi… Bir yıldır Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde direniş sürdüren Devrimci Sağlık İş’in direniş çadırını bir kez olsun ziyaret etmeyen, asgari ücret mücadelesine Fransız kalan bir DİSK yönetimi, hadi Fransız kaldınız Bakanlık önündeki eylemde saldırıya uğrayıp gözaltına alındıktan sonra Ankara’nın sağır sultanının bile duyup “geçmiş olsun karşılamasına geldiği” sağlık işçilerinin eylemine dahi lütfetmeyen, tüm demokratik kurumlar ve milletvekillerinin izlediği, taşerona karşı mücadelede simge dava haline gelen, yasadışı ihalelere karşı çıkan ve 27 yılla yargılanan Adana Balcalı işçilerinin davasına bile gelmeyen bir DİSK nasıl bir sendikal mücadele tasavvur etmektedir?
Kuşkusuz bu şekilde bir süre daha idare edilebilir. Her nasılsa sendikal hareketi zorlayan bir işçi hareketi bulunmamaktadır. Öyle olunca kim ak kim kara anlaşılamamaktadır. Ancak meseleyi “idare mi edeceğiz” yoksa “irade mi koyacağız” olarak görmek gerekir. Zira sınıf hareketinin kendine bir yol bulmaya çalıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Bir taraftan yaprak kımıldamıyor gibi görünüyor ama diğer taraftan elinizi değdiğiniz her yer mücadelenize yanıt veriyor. DİSK’in eli önümüzdeki dönem sınıf mücadelesinin nabzının attığı her işyerine, her organize sanayi bölgesine, her işçi mahallesine değecek mi değmeyecek mi? İşkolu sendikacılığını aşan bir anlayışla örgütlü örgütsüz, işsiz, kayıtdışı tüm işçi sınıfının mücadele örgütü olmak yolunda tüm olanaklarının seferber edecek mi, yoksa aynı hamam aynı tas yoluna devam mı edecek?
Eğer DİSK tıpkı 1967’de olduğu gibi yeni işçi dinamiğini örgütlemek ve o dalganın üzerinde yükselmek istiyorsa bugünün Paşabahçe’sini, Kavel’ini örgütlemek zorundadır. Ve bu irade ancak mevcut sendikal anlayışın ve yapılanışın –kuşkusuz tüm değerler ve birikimler üzerinden- değiştirilmesi ve yenilenmesiyle mümkün olabilir. Temel sorun birleşik bir emek hareketini yaratmanın dinamiklerini doğru okumak ve bu dinamiklerin mücadeleye kazandırılması ve örgütlenmesi için bütün imkanları (örgüt-kadro-maddi olanaklar vb.) seferber etmektir.
İdare değil irade
Yeni bir sınıf hareketinin gökten zembille inmeyeceğini bildiğimize göre elimizdeki olanakları en iyi şekilde kullanmak ve mücadelenin hizmetine sunmak gerekiyor. Kuşkusuz DİSK bu anlamıyla en önemli ve değerli örgüt olma özelliğini taşıyor. Bu nedenle DİSK’in önümüzdeki dönem işçi hareketine yapacağı doğru müdahaleler son derece önemlidir. Bunun için DİSK’in “idareci-sendikacı” zihniyetinden hızla uzaklaşıp kendi bünyesindeki tüm dinamikleri taşıyarak varolan sınıf dinamizminin DİSK’te egemen olması sağlanmalıdır. Atıl, sadece mevcut işyeri toplu sözleşme düzenine takılıp kalmış, kendi iş kolundan başka bir yere burnunu bile uzatmayan sendikal anlayışların değil dişe diş mücadele eden, yeni işçi dinamiklerini sınıf mücadelesine kazandıran, yasal prosedürlerin arkasında sürüklenmek yerine mücadelenin ihtiyaçlarını kendi yasası haline getiren bir sendikal anlayış DİSK’in yönetimine taşınmalıdır. Bu olasılık, bütün zorluklarına rağmen DİSK’in 12 Eylül sonrası 20 yıllık tarihinde -1 Mayıs’ların kazanılması gibi- anlamlı bir kırılmaya yol açabilir. DİSK’in bu yoldaki seçeneğini kullanmak için sonsuz sayıda hakkı yok. Bir zaman gelir ki, zaten kimse dönüp DİSK ne yapıyor diye bakmaz, çünkü başka bir yerde başka bir dinamik filizlenmiştir ve işçiler orada başka bir örgüt kurmaya başlamışlardır bile… Tıpkı 1967’dekilerin yaptıkları gibi… Ama 1967 öncesinde bu topraklarda bir DİSK yoktu. Bugün bu değeri, geleneği ve birikimi geleceğe taşıma zamanıdır…
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık-İş Yönetim Kurulu Üyesi
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık-İş Yönetim Kurulu Üyesi