Bence idealizmin en has özelliği kendini tamamlanmış bir teori gibi sunmasıdır. Bilim adamlarının (özellikle de en çaplılarının) idealizme karşı bağışık olduğunu düşünmek yanlıştır. Bilim adamları da bazen kendi buluşlarının sonuçlarını abartırlar. Örneğin ilk sibernetikçiler ve enformasyon teorisyenleri, kuramlarını yaşamı, bilgisayarları ve tüm karmaşık sistemleri birleştiren tamamlanmış bir paradigma olarak sunmuşlardır.
Tarihsel veya diyalektik materyalizmin alamet'i farikalarından biri bilginin tamamlanmamışlığını, ve belki de hiç tamamlanmayacağını kabul etmesidir. Bunun bir sonucu da yarışan bilimsel kuramlardan birini materyalist, öbürünü idealist olarak damgalamanın sorunluluğudur. Lysenko vakasında problem, Lysenko'nun sadece metinlere dayanarak, bir hipotezin en zayıf yönlerini ön plana çıkararak başka bir hipotezi desteklemeye çalışmasıdır.
Bilkent'te bir felsefe toplantısında Gerald Massey isimli bir Amerikalı felsefecinin çok hoşuma giden bir yöntemini size hatırlatayım. Massey, rakip bir görüşe yükleneceğim zaman onun en güçlü versiyonunu bulup onu eleştirmeye çalışırım demişti. Bence biz diyalektik materyalistler de böyle yapmalıyız. Düşmanın en kuvvetli görünen yönünün aslında ne kadar zayıf olduğunu göstermeye çalışmalıyız. Bunu yapamıyorsak da sesimizi kesmeliyiz. Ufak tefek teknik problemleri merkeze almayı bırakmalıyız, yıkamadığımız kuramı geliştirme konusunda biz öne geçmeliyiz. Tıpkı Sovyet enformasyon kuramcılarının yaptığı gibi (1).
Başlığa dönersek, Lysenko'nun hatası bir empirik hipotezi (kazanılan özelliklerin kalıtılabilirliği) materyalizmin değişmez bir ilkesi haline getirmesidir. Bütün idealizmler, işte böyle tekil, eksik hipotezlerden yapılan soyutlamaların tamamlanmış bir dünya görüşünün asli öğeleri haline getirilmeleriyle yaşamlarını sürdürürler. Bu yüzden a priori materyalizm, yani tekil empirik buluşları ya da hipotezleri materyalizmin olmazsa olmazı saymak idealizmdir.
Not (1): İlgilenenler için SSCB'de sibernetiğin ve enformasyon kuramının gelişimi için bir link ve bir kitap önereyim: http://www.infoamerica.org/documentos_word/shannon-wiener.htm#_ftn74
Not (2): Kütüphanedeki kitap bende, hemen okurum diyene ulaştırırım.
Not (3): Sibernetik ve enformasyon kuramı ile ilgilenenlerin, ileride ilgilenebilecek olanların, özellikle de mühendislik okuyanların her türlü yardımına açığım. En azından hocalarınız konusunda, kimin bu işlerden anladığı konusunda yardımlarınızı bekliyorum.
Sayın Gökhan Akbay,
YanıtlaSilŞu "enformasyon kuramı" nedir bize bir açıkla.
Bir de sen günümüz Fizik ve Kimyacılarının idealizme doğuştan bağışık olduğuna neden karşı çıkıyorsun anlayamadım. Sonuçta ben kendi okumalarımda bugünün fizik ve kimyacılarının kendi teorilerinin tamamlanmışlığından bahsettiğini duymadım.
Bir de senin kullanımında "bilginin tamamlanmamışlığı" tam olarak ne anlama geliyor?
A priori materyalizm benim de en büyük düşmanımdır. Kahrolsun a priori materyalizm!
Enformasyon kuramı, ya da asıl ismiyle matematiksel iletişim kuramı, bir sinyalin ne kadar enformasyon taşıdığını, sinyalin taşındığı kanaldaki gürültünün nasıl bertaraf edileceğini niceliksel olarak betimleyen bir kuram. Bu kurama göre bir sinyalin taşıdığı enformasyon miktarı sinyalin olasılığıyla ters orantılı: sürekli aynı sinyali gönderen bir kaynaktan gelen sinyal 0 bit enformasyon taşıyor. 2 farklı sinyali eşit olasılıkla gönderen kaynaktan gelen sinyal 1 bit enformasyon taşıyor. Aslında bu alana olasılık kuramına dayanan bir tür uygulamalı matematik alanı da diyebiliriz. Önemsiz değil, bugünkü bilgisayarların, telefonun, televizyonun teorik temelinde bu kuram da var. Scholarpedia'da daha yeni ve gelişkin olan algoritmik enformasyon kuramıyla ilgili bir makale var. Ona da bakılabilir.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilFizik ve kimyacıları bilemem ama özellikle matematikçiler ve bilgisayarcılar biyolojiye yöneldiklerinde her türlü acayipliğe neden olabiliyorlar. Fizikçiler içinde "it from bit", yani madde enformasyondan türer tezini savunan bir adam var :John Archibald Wheeler. Evrenin koca bir bilgisayar olduğunu savunuyor. Birkaç makalesini okuduğum Paul Davies de benzer şeyler söylüyor. Biyologlar içinde Williams enformasyonun madde ve enerjiden bağımsız, evrenin indirgenemez bir bileşeni olduğunu savunuyor. Tabi Williams yine de madde olmadan enformasyonun olamayacağını savunuyor. Ama bunların neden idealizmin varyantları olduğunu ben de netleştiremedim. Williamsınki biraz özensizlikten, biraz da biyolojinin otonomisini, indirgenemezliğini savunma güdüsünden kaynaklanıyor gibi göründü gözüme. Canlılarla cansız doğa arasında ilkesel, uçurum gibi bir ayrım aramakla ilgili sanırım. Benim bu tür tezlerle ilgili derdim aslında maddi farklardan oluşan örüntülerin soyut yapısını somut örüntünün karşısına koymaları. Modelleme aracını modellenen gerçekliği üreten, ona öncel bir şey gibi görmeleri. Bunun en güzel örnekleri hep biyolojiden, fizik ve kimya belki de daha gelişkin bilimler oldukları için bu abartmaları aşmışlardır. Biyolojide sibernetik furyasının temel motivasyonlarından biri canlıların özelliklerini matematiksel bir temelden çıkarsamaya çalışmaktı. Francis Crick de vakti zamanında genetik kodu (kodon-amino asit ilişkisi) mükemmel bir matematiksel modelden çıkarmaya çalıştıktan sonra kodun dejenere olduğu bulunmuştu. Bak 1986'da ne demiş: "Eventually the code was solved by experimental methods, not by theory.... The genetic code, like life itself, is not one aspect of the eternal nature of things but is, at least in part, the product of accident." (What Mad Pursuit, s. 101)
YanıtlaSilBilginin tamamlanmamışlığı derken Engels'in söylediğini söylüyorum. O yanlış hatırlamıyorsam bilimin tamamlanmamışlığı demişti. Onun tezi bilginin gerçekliğe adım adım yaklaştığı şeklindeydi. Ben bilginin gerçekliğe yaklaşmasından ziyade gittikçe daha uyumlu olduğunu, yani gerçekliği modelleme ve manipüle etme kapasitemizi artırdığını düşünüyorum. Materyalizmin bilimle etkileşim içinde gelişmeyen, donmuş, son sözlerini söylemiş, öz hakiki hakikatlere (tarihsiz ilkelere) dayanan bir ideoloji haline getirilmesini kabul edemiyorum. Burada derdim fizikçilerin, kimyacıların veya biyologların fikirlerinden ziyade sosyalistlerin böyle yanlış bir anlayışa saplanma olasılığına dikkat çekmekti. Lysenko vakasına o gözle bakmanın çok eksik olacağını biliyorum çünkü sovyetlerde o dönemki furya basitçe ilkel ve gelişkin düşüncelerin çarpışmasından başka bir şey. Soğuk savaşta SBKP'nin bilim adamlarına iki çelişik görev birden verdiğini okudum. Bunlardan biri, özellikle atom bombası yapımında çalışan fizikçilerin batıdaki gelişmeleri an be an takip edip aynı kuramsal çerçeveyi geliştirmeye onları "geçmeye" çalışmaları. Diğeri ise yurtsever bir çerçevede bakıp batıdan gelen ideolojik etkilere kendilerini kapayıp sovyetlere has bir bilim geliştirme isteği. Daha açığı "yurtsever" bir bilim geliştirme isteği. Tamamen kendi kaynaklarına dayanarak (Rus bilim adamlarının kuramlarına dayanarak) batının ideolojik etkilerini silebileceklerini sanmışlar. Lysenko vakası bilimciler içinde ikinci görevin yansıması gibi duruyor. Okumaya devam ettikçe bu konulara tekrar değineceğim.
YanıtlaSilTabi Engels için de gerçeğe yaklaşmak tam olarak bu anlama geliyor, o yüzden pek bir fark yok.
SilBu arada enformasyon kuramının temelini Markov atmış, connectionism konusunda "transition probability" diye birşey vardı, işte Markov onu kullanarak doğal dilleri incelemiş. Puşkin'in bir şiirinde bir harften diğerine geçiş olasılıklarını incelemiş. Dili istatistiksel araçlarla anlamaya çalışmış. O kuramın kökeni dilbiliminin matematiği denebilir. Ayrıca enformasyon kuramını kuran Shannon 1956'da kendi terimlerinin (entropi, enformasyon, kaynak, vs.) teknik anlamlarından koparılıp "herşeyin teorisi"ne dönüştürüldüğünü görünce o sihirli kelimelerle her sorunun çözülmeyeceğini hatırlatmış.
YanıtlaSil