Kısmı Zaferlerden Kökten Kurtuluş

"Almanya için bir ütopyacı düş olan şey, radikal devrim, insanın genel kurtuluşu değil, kısmi, sırf siyasal bir devrim, yapının temellerini ayakta bırakan bir devrimdir. (...) kısmi bir kurtuluş (...) sivil toplumun bir kesiminin kendisini kurtararak genel egemenliğe ulaşmasıdır. (...) Ama Almanya'da hiçbir sınıf, onu toplumun yıkıcı temsilcisi yapacak cüret, kararlılık ve acımasızlığa sahip değildir... Almanya sonuna kadar giden bir devrim yapmadıkça, devrim yapmış olamaz. Almanya'da Ortaçağ'dan kurtuluş Ortaçağ üzerindeki kısmi zaferlerden de kurtuluşla mümkündür."

"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''

"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".

Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...

Sevgiyle kalın...

2 Mart 2012 Cuma

Tek ülkede faşizm mümkün mü?- Kısım 4

Lenin’le birlikte “mühürlü tren”le gelen Bolşeviklerden biri olan Haritonov, 16 Temmuzda Petrograd’da yapılan parti konferansında şöyle diyordu: “Her yerde, Batıda bir devrim olmazsa davamızı kaybedeceğimizi söylüyoruz.” Haritonov bir teorisyen değil ortalama bir parti ajitatörüdür. Aynı konferansın tutanaklarında şunları görüyoruz: “Pavlov, Bolşevikler tarafından ileri sürülen, Rus devriminin ancak sosyalist bir devrim olarak düşünülebilecek olan dünya devrimince desteklenmesi şartıyla yeşerebileceği yolundaki önermeye dikkat çekti.” Onlarca ve yüzlerce Haritonov ve Pavlov, Nisan konferansının temel fikrini geliştirmekte ve yaymakta idi. Onlara karşı çıkmak, onları düzeltmek hiç kimsenin aklına gelmiyordu.

Partinin Temmuzda gerçekleştirilen Altıncı Kongresi, proletarya diktatörlüğünü iktidarın işçiler ve köylüler tarafından ele geçirilmesi olarak tanımladı. “Yalnızca bu sınıflar ... sadece savaşa değil, aynı zamanda kapitalist köleliğe de son vermek anlamına gelen uluslararası proleter devrimin büyümesini gerçekten sağlayabilir.” Buharin’in söylevi dünya çapında bir sosyalist devrimin varolan durumdan çıkmanın yegâne yolu olduğu fikri üzerine kuruluydu. “Eğer Batıda devrim patlak vermeden önce devrim Rusya’da zafere ulaşırsa ... dünya çapında sosyalist devrimin ateşini biz tutuşturmak zorunda kalacağız.” Stalin de o zamanlar sorunu aynı şekilde ortaya koymak zorunda kalmıştı: “İşçilerin ayağa kalkarak köylülüğün yoksul katmanlarını kendi etraflarında birleştirecekleri, işçi devriminin bayrağını yükseltecekleri ve Batıda bir sosyalist devrim çağını açacakları gün gelecektir.”

Ağustos başında Moskova’da toplanan yerel bir konferans, parti düşüncesinin laboratuarına göz atmamız için iyi bir fırsat sunmaktadır. Ana raporda Altıncı Kongre kararlarının dökümünü yapan Merkez Komite üyesi Sokolnikov şöyle diyordu: “Şunu açıklamak gerekli ki, Rus devrimi dünya emperyalizmine karşı taarruza geçmelidir, yoksa aynı emperyalizm tarafından yıkılıp, boğulacaktır.” Bir dizi delege de aynı şekilde düşüncelerini dile getiriyordu. Vitolin: “Batı Avrupa’da toplumsal devrimin gelişimini canlandıracak bir toplumsal devrime hazır olmalıyız.” Delege Biyelenski: “Sorunu ulusal sınırlar içinde tayin edersek, çıkış bulamayız. Rus devriminin ancak uluslararası bir devrim olarak zafere ulaşacağını söylerken Sokolnikov haklıydı.... Rusya’da koşullar sosyalizm için henüz olgunlaşmamıştır, ama eğer devrim Avrupa’da başlayacak olursa, biz de Batı Avrupa’yı izleriz.” Stukov: “Rus devriminin ancak uluslararası bir devrim olarak zafere ulaşabileceği önermesi şüphe götürmez bir gerçektir.... Sosyalist devrim ancak dünya çapında mümkündür.”
Herkes üç temel önerme üzerinde hemfikirdir: İşçi devleti Batıda emperyalizmi devirmeden ayakta kalamaz; Rusya’da koşullar sosyalizm için henüz olgunlaşmamıştır; sosyalist devrim sorunu özünde uluslararasıdır. Eğer yedi-sekiz yıl sonra sapkınlıkla suçlanacak bu fikirlerin yanı sıra, bugün ortodoks ve geleneksel kabul edilen görüşler de partide kendine yer bulmuş olsaydı, bunlar mutlaka Moskova konferansında ve ondan önceki parti kongresinde dile getirilirdi. Ama ne baş konuşmacı, ne tartışmaya katılanlar –ne de gazete haberleri– partide “Troçkist” görüşlere karşı çıkan Bolşevik görüşlerle ilgili tek bir kelime söylememektedir.

Parti kongresinden önce yapılan Kiev genel şehir konferansında, baş konuşmacı Gorovitz şöyle diyordu: “Devrimimizi kurtarma mücadelesi ancak uluslararası ölçekte yürütülebilir. Önümüzde iki ihtimal var: Eğer devrim zafere ulaşırsa, sosyalizme geçiş devletini oluşturacağız; ulaşamazsa, uluslararası emperyalizmin iktidarı altında kalacağız.” Parti kongresinin ardından, Ağustos başında, Kiev’deki bir konferansta Piyatakov şöyle diyordu. “Devrimin ilk başından beri hep Rus proletaryasının kaderinin tümüyle Batıdaki proleter devrimin gidişatına bağlı olduğunu söyledik.... Böylelikle sürekli devrim çağına giriyoruz.” Daha önce de andığımız Gorovitz, Piyatakov’un raporuyla ilgili yorumunda şu açıklamayı yapıyordu: “Devrimimizi sürekli devrim olarak tanımlayan Piyatakov’a tamamen katılıyorum.” Piyatakov: “... Rus devriminin yegâne kurtuluşu toplumsal dönüşümün temellerini atacak olan bir dünya devrimindedir.” Acaba bu iki konuşmacı azınlığı mı temsil ediyordu? Hayır. Bu temel sorunda hiç kimse onlara itiraz etmiyordu. Kiev komitesi için yapılan seçimlerde bu ikisi en yüksek oyları aldılar.

O halde şunu kesinlikle saptanmış kabul edebiliriz: sonradan Bolşevizme aykırı ilân edilen görüşler, Nisandaki genel parti konferansında, Temmuzdaki parti kongresinde ve Petrograd, Moskova ve Kiev’deki konferanslarda ortaya konmuş ve oylama yoluyla onaylanmıştır. Dahası da var: İsa’nın müjdesinin ilk belirtilerinin Kral Davud’un Mezmurlarında keşfedilmesi ölçüsünde bile olsa, gelecekteki tek ülkede sosyalizm teorisinin bir habercisi olarak kabul edilebilecek tek bir çatlak ses bile yükselmemiştir parti içinde.
13 Ağustosta partinin merkez organı şu açıklamayı yaptı: “Her ne kadar «sosyalizm» anlamına gelmekten uzaksa da, tüm iktidarın sovyetlere verilmesi her halükârda burjuvazinin direnişini kıracak ve –var olan üretici güçlere ve Batıdaki duruma bağlı olarak– ekonomik hayatı emekçi kitlelerin çıkarına göre yönlendirip dönüştürecektir. Kapitalist hükümet prangasından kurtulduktan sonra, devrim, sürekli –yani kesintisiz– hale gelecektir. Devlet iktidarını kapitalist sömürü rejimini sağlamlaştırmak için değil, alaşağı etmek için kullanacaktır. Bu yöndeki nihai başarısı Avrupa’daki proleter devrimin başarılarına bağlıdır.... Devrimin bundan sonraki gelişimiyle ilgili yegâne perspektif buydu ve hâlâ da öyledir.” Bu makalenin yazarı, onu Kresti hapishanesinde yazmış olan Troçki idi. Onu yayınlayan gazetenin editörü ise Stalin’di. Alıntının önemi şurada ki, 1917’ye dek Bolşevik partide «sürekli devrim» terimi Troçki’nin bakış açısını belirtmek için kullanılırdı. Birkaç yıl sonra Stalin şöyle diyecektir: “Lenin hayatının son günlerine kadar sürekli devrim teorisine karşı mücadele etmiştir.” Stalin’in kendisi bile hiçbir şekilde mücadele etmemiştir; makale hiçbir editör kısaltmasına veya yorumuna gerek görülmeden yayınlanmıştır.

On gün sonra Troçki aynı gazetede şöyle yazdı: “Bizim için enternasyonalizm soyut bir fikir değil, ... doğrudan yol gösterici, son derece pratik bir ilkedir. Bizim için Avrupa devrimi olmaksızın kalıcı bir başarı söz konusu değildir.” Stalin yine itiraz etmedi. Dahası iki gün sonra bizzat kendisi bu sözleri yineledi: “(işçiler ve askerler) şunu bilsinler ki, ancak Batıdaki işçilerle birlikte, ancak Batıdaki kapitalizmin temellerini sarsarak, Rusya’da devrimi zafere ulaşmış sayabiliriz!” Devrimin zaferiyle kastedilen, sosyalizmin inşası değil –o konudan hiç bahsetmiyordu– sadece iktidarın kazanılıp korunması idi.

“Burjuvazi” diye yazıyordu Lenin Eylülde, “Rusya’daki komünün kaçınılmaz yenilgisini –yani iktidarı ele geçirirse proletaryanın yenilgisini– haykırıyor.” Bu haykırışlardan ürkmemeliyiz. “İktidarı ele geçiren Rus proletaryasının, onu elde tutmak ve Rusya’yı Batıdaki muzaffer devrime kadar ayakta tutmak için her türlü fırsatı olacaktır.” Devrimin perspektifi burada çarpıcı bir açıklıkla tanımlanmıştır: Avrupa’da sosyalist devrim başlayana kadar iktidarı elde tutmak. Bu formül aceleyle ileri sürülmüş bir şey değildir. Lenin onu günden güne yineler. Bolşevikler Devlet İktidarını Elde Tutabilecekler mi? adlı program makalesini şu sözlerle bağlar: “Eğer korkak davranmaz ve iktidarı ele geçirmeyi başarırlarsa, dünya üzerinde, Bolşevikleri sosyalist devrimin dünya çapındaki zaferine kadar iktidarı elde tutmaktan alıkoyabilecek bir güç yoktur.”

Bolşeviklerin sağ kanadı, Bolşeviklerin “tek başına” iktidarı elde tutamayacağını vurgulayarak Uzlaşmacılarla koalisyona gidilmesini talep ediyordu. Lenin onlara, Kasımda –yani devrimden sonra– şöyle cevap verdi: “Tek başımıza iktidarı elde tutmayalım diyorlar. Ama tek başımıza değiliz. Önümüzde tüm Avrupa var. Başlamalıyız.” Lenin’le sağ kanat arasındaki bu diyalogda özellikle açığa çıkan nokta, Rusya’da bir sosyalist toplumun bağımsız olarak yaratılmasının tarafların aklından bile geçmediğidir.

John Reed, Obukovski fabrikasındaki Petrograd toplantılarından birinde, Romanya cephesinden bir askerin şöyle bağırdığını anlatıyor: “Tüm dünyanın halkları ayaklanıp bize yardım edene kadar tüm gücümüzle dayanacağız.” Bu formül gökten zembille inmemişti, isimsiz askerin veya Reed’in ürettiği bir düşünce de değildi. Kitlelere Bolşevik ajitatörlerce aşılanmıştı. Romanyalı işçinin sesi, partinin sesi, Ekim devriminin sesiydi.

“Emekçilerin ve Sömürülen Halkların Hakları Bildirgesi” –Kurucu Meclise Sovyet iktidarı adına sunulan temel devlet programı– yeni yapının görevini, “toplumun sosyalist örgütlenmesini ve bütün ülkelerde sosyalizmin zaferini tesis etmek” olarak ilân ediyor ve şöyle devam ediyordu: “... Sovyet iktidarı, sermayenin boyunduruğuna karşı uluslararası işçi ayaklanması tam zafere ulaşıncaya dek bu yolda kararlı ilerleyişini sürdürecektir.” Bugüne kadar biçimsel varlığını koruyan bu Leninist “Haklar Bildirgesi”, sürekli devrimi Sovyet Cumhuriyetinin temel yasası haline getirmiştir.

Eğer Bolşeviklerin yaptıklarını ve söylediklerini hapishaneden heyecanla ve titiz bir dikkatle izleyen Rosa Luxemburg, onlarda ulusal sosyalizmin gölgesini bile görseydi, anında alarm zillerini çalardı. O günlerde Bolşeviklerin politikalarını –aslında hatalı biçimde– şiddetle eleştiriyordu. Ama hayır. İşte partinin genel çizgisi hakkında yazdıkları: “Bolşeviklerin, izledikleri politikalarda yönlerini proletaryanın dünya devrimine çevirmeleri, politik uzak görüşlülüklerinin, ilkeli katılıklarının ve politikalarının net kapsamının en güzel kanıtıdır.”

İşte Lenin’in günden güne geliştirdiği, Stalin’in editörlüğünde partinin merkez organında tekrar tekrar dikkat çekilen, irili ufaklı tüm ajitatörlerin konuşmalarının ilham kaynağı olan, cephenin uzak noktalarındaki askerlerin tekrarladıkları, Rosa Luxemburg’un Bolşeviklerin politik uzak görüşlülüğüne delil saydığı görüşler bunlardır; işte Komünist Enternasyonal bürokrasisinin 1926’da suçladığı görüşler bunlardır. “Devrimimizin karakteri ve perspektifi sorununda Troçki ve izleyicilerinin fikirlerinin” diyor Komünist Enternasyonal’in Yedinci Plenum karar metni, “partimizin görüşleriyle, Leninizmle hiçbir ortak yanı yoktur.” Böylece Bolşevizmin epigonları kendi geçmişleriyle de bağlarını kesmişlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder