Komünist Enternasyonalin İkinci Kongresinde sunduğu ulusal sorun ve sömürgeler sorunu üzerine tezlerinde Lenin, sosyalizmin genel görevini, mücadelenin ulusal aşamalarının ötesinde, “kapitalizm altında zaten net bir biçimde gün yüzüne çıkmış olan ve sosyalizm altında kuşkusuz daha da geliştirilip mükemmelleştirilecek olan bir eğilim olarak, genel bir plan uyarınca tüm ulusların proletaryası tarafından düzenlenecek yekpare bir dünya ekonomisini yaratmak” diye tanımlar. Bu kalıtsal ve ilerici eğilime kıyasla tek ülkede sosyalist toplum fikri gericiliktir.
Proletarya diktatörlüğünün ortaya çıkma koşullarıyla sosyalist toplumun yaratılma koşulları özdeş değildir; benzer doğada da değildir; hatta bazı açılardan tam zıttır. Rus proletaryasının iktidara daha önce gelmiş olması, asla sosyalizme ilk onun ulaşacağı anlamına gelmez. Ekim devrimine yol açan gelişmenin çelişkili eşitsizliği, devrimin başarısıyla birlikte ortadan kalkmadı. Bu, ilk işçi devletinin temellerinde yatmaktadır.
“Tarihin zikzakları sonucu sosyalist devrimi başlatmak zorunda kalan ülke ne kadar geri olursa” diyordu Lenin 1918 Martında, “eski kapitalist ilişkilerden sosyalist ilişkilere geçmek onun için o kadar zor olacaktır.” Lenin’in konuşmalarında ve yazılarında bu fikre her geçen yıl daha çok yer verildi. “Bizim için devrimi başlatmak kolay ama sürdürmek zordur” diyordu aynı yılın Mayıs ayında. “Batıda ise devrimi başlatmak daha zordur ama sürdürmek daha kolaydır.”
Aralıkta Lenin aynı düşünceyi ulusal sınırları aşmakta en çok zorlanan köylülerin önünde geliştiriyordu: “Orada (Batıda) sosyalist ekonomiye geçiş ... bizdekinden daha hızlı ilerleyecek ve daha kolay olacaktır.... Tüm dünyanın sosyalist proletaryasıyla birlik halindeki Rus emekçi köylüleri ... her türlü sorunu aşacaktır.” “İleri ülkelere kıyasla” diye yineliyordu 1919’da, “Ruslar için büyük proleter devrimi başlatmak daha kolaydı, ama onu sürdürüp sosyalist toplumun tam olarak örgütlenmesi anlamında nihai zafere ulaştırmak daha zor olacaktır.” “Rusya için” diye tekrar ısrarla vurguluyordu Lenin 27 Nisan 1920’de, “... sosyalist devrimi başlatmak kolaydı, lâkin sürdürüp sonuna getirmek Avrupa ülkelerine göre daha zor olacak. Bu durumu 1918’in başında vurgulamak zorunda kaldım ve iki yıllık deneyim bu yargımı tamamen haklı çıkardı.”
Tarihsel çağlar, farklı kültür düzeyleri biçiminde yaşar. Geçmişin üstesinden gelmek için zaman –yeni çağlar değilse de on yıllar– gerekir. “Yeni gelen nesil daha gelişmiş olsa bile sosyalizme tam geçişi oldukça zor yapacaktır” diyordu Lenin 29 Nisan 1918’de Merkez Yürütme Kurulunun bir oturumunda. Yaklaşık iki yıl sonra bir Tarım Komünleri kongresinde daha da uzak bir tarih belirliyordu: “Şu anda sosyalist bir düzene geçemeyiz. İnşallah çocuklarımızın ya da belki de torunlarımızın zamanında, bu kurulacaktır.” Rus işçileri yola diğerlerinden önce çıktı, ama hedefe daha geç ulaşacaktır. Bu karamsarlık değil tarihsel gerçekçiliktir.
“Rus proletaryası olarak bizler, politik yapımızla, İngiltere ya da Almanya’nın önündeyiz ...” diye yazıyordu Lenin Mayıs 1918’de, “ama aynı zamanda sosyalizme maddi-üretimsel hazırlığımız açısından ... en geri Batı Avrupa devletinin de gerisindeyiz.” Aynı düşünceyi iki devleti karşıtlaştırarak da ifade ediyordu: “Almanya ve Rusya 1918’de, diğer hepsinden daha açık bir biçimde, biri sosyalizmin ekonomik üretimsel, sosyo-endüstriyel koşullarının, diğeri ise politik koşullarının cisimleştiği ülkeler oldular.” Tabir caizse, gelecek toplumun unsurları farklı ülkelere bölünmüş durumdadır. Onları toplayıp birbirine bağlamak, dünya devrimi içindeki bir dizi ulusal devrimin görevidir.
Sovyet ekonomisinin kendine yeterliliği fikrine Lenin peşin peşin gülüp geçiyordu: “Sovyet Rusya’mız tüm kapitalist dünyanın yalıtık bir banliyösü olmaya devam etmekteyken” diyordu 1920 Aralığındaki Sekizinci Sovyetler Kongresinde, “böyle bir zamanda tam ekonomik bağımsızlıktan söz etmek ... son derece komik bir fantezi ve ütopyacılık olurdu.” 27 Mart 1922’deki On Birinci Parti Kongresinde ise şu uyarıda bulunuyordu: “tâbi olduğumuz, bağlı bulunduğumuz, kopmamızın olanaksız olduğu Rus pazarı ve uluslararası pazar tarafından hazırlanan bir sınavla” karşı karşıyayız. “Bu çok ciddi bir sınav, zira burada bizi ekonomik ve politik olarak yenilgiye uğratabilirler.”
Sosyalist ekonominin dünya ekonomisine bağımlı olduğu fikrini, Komünist Enternasyonal şimdi “karşı-devrimci” kabul ediyor. Sosyalizm kapitalizme bağımlı olamaz! Epigonlar sosyalizm gibi kapitalizmin de, en yüksek gelişimine sosyalizm altında ulaşacak olan uluslararası işbölümüne dayandığını unutacak kadar budalalar. Kendi başına ne kadar önemli olursa olsun, yalıtık bir işçi devletindeki ekonomik inşa, eksik, sınırlı ve çelişkili kalacaktır: bu yeni bir uyumlu toplumun yüksekliklerine erişemez.
“Sosyalist ekonominin Rusya’daki gerçek yükselişi” diye yazıyordu Troçki 1922’de, “ancak proletaryanın Avrupa’nın en önemli ülkelerinde zafer kazanmasından sonra mümkün olacaktır.” Bu sözler şu anda suç sayılıyor, ne var ki o zaman bir partinin genel görüşünü yansıtıyordu. “İnşa işi” diyordu Lenin 1919’da, “tümüyle devrimin Avrupa’nın en önemli ülkelerinde ne kadar çabuk zafer kazandığıyla ilgili bir sorundur. Ancak bu zaferden sonra inşa işini ciddi biçimde ele alabiliriz.” Bu sözler Rus devrimine güvensizliğin değil, dünya devriminin yakın oluşuna duyulan inancın bir ifadesidir. Ama bugün de, Birliğin devasa ekonomik başarılarından sonra bile, “sosyalist ekonominin gerçek yükselişi”nin ancak uluslararası temelde mümkün olabileceği tespiti, doğruluğunu korumaktadır.
Parti, tarım sanayiinin kolektifleştirilmesi sorununa da aynı bakış açısıyla yaklaşıyordu. Köylülük nüfusun önemli bir kısmını –bazı ülkelerde baskın kısmını– oluşturduğuna ve bütün olarak dünya üzerinde bariz bir çoğunluk oluşturduğuna göre, onu bir dizi geçiş aşamasıyla sosyalizme çekmeden proletaryanın yeni bir toplum yaratması mümkün değildir. Meselelerin bu en zorunun halledilmesi, son çözümlemede, sanayi ile tarım arasındaki nitel ve nicel ilişkilere dayanır. Köylülük, kent onların ekonomisini ve kültürünü ne kadar cömertçe besleyebilirse, o kadar gönüllü ve başarılı biçimde kolektifleştirme yolunu tutacaktır.
Ama ülkenin dönüşümü için yeterli sanayi mevcut mudur? Bu sorunu da Lenin ülke sınırlarının ötesine taşıyordu: “Eğer meseleyi dünya çapında ele alacak olursak” diyordu Dokuzuncu Sovyetler Kongresinde “yeryüzünde dünyaya bütün ürünleri sağlayacak kadar gelişkin bir büyük ölçekli sanayi mevcuttur.... Bu noktayı hesabımızın temeline koyuyoruz.” Rusya’da Batıdaki diğer ülkelere göre çok daha kötü olan sanayi-tarım ilişkisi, bugün de bazı dönemlerde sovyet sisteminin istikrarını tehdit eden ekonomik ve politik krizlerin temelidir.
“Askeri komünizm” diye anılan politika –yukarıdan da açıkça anlaşıldığı gibi– ulusal sınırlar içinde sosyalist bir toplum kurma fikrine dayanmıyordu. Sadece Sovyet iktidarıyla alay eden Menşevikler ona bu tip planlar atfediyorlardı. Bolşevikler için, yıkıntıların ve iç savaşın doğurduğu Spartan [2] rejimin bundan sonraki kaderi doğrudan Batıda devrimin gelişmesine bağlıydı. Ocak 1919’da askeri komünizmin doruğunda Lenin şöyle diyordu: “Üretimde komünist politikamızın temellerini savunacak ve bunları komünizmin tam ve dünya çapındaki zaferine dek sarsılmadan hayata geçireceğiz.” Tüm partiyle birlikte Lenin de yanılmıştı. Üretimdeki politikayı değiştirme gereği hasıl oldu. Şu anki durum itibariyle, Ekim’den iki veya üç yıl sonra Avrupa’da sosyalist devrim olsaydı bile Yeni Ekonomik Politika çizgisinde bir geri çekilmenin yine de kaçınılmaz olacağını söyleyebiliriz. Ama diktatörlüğün ilk aşamasına bugünden baktığımızda, askeri komünizmin yöntemlerinin ve yanılsamalarının, sürekli devrim perspektifiyle ne kadar iç içe geçmiş olduğunu görürüz.
Üç yıllık iç savaşın sonunda yaşanan derin iç kriz, proletaryayla köylülük ve partiyle proletarya arasında doğrudan bir kopuş tehdidini doğurdu. Sovyet iktidarının yöntemlerini radikal biçimde yeniden gözden geçirmek şart oldu. “Orta köylülüğü ekonomik olarak tatmin etmeli ve serbest ticareti benimsemeliyiz” diye açıklıyordu Lenin. “Aksi halde uluslararası devrimin gecikmesi durumunda Rusya’da proletaryanın iktidarını korumak imkânsız hale gelir.” Ama NEP’e geçiş, iç ve uluslararası sorunlar arasındaki bağın genel olarak kırılmasını da beraberinde getirmemiş miydi?
Lenin Komünist Enternasyonalin Üçüncü Kongresi için hazırladığı tezde, o zaman açılmakta olan yeni aşamanın genel bir tasvirini yapıyordu: “Tek bir süreç olarak dünya proleter devrimi bakımından, Rusya’nın içinden geçtiği dönemin önemi, devlet iktidarını elinde tutan proletaryanın küçük-burjuva kitleye yönelik politikasının pratikte test edilmesinde yatmaktadır.” Bizzat Yeni Ekonomik Politikanın çerçevesini tanımlayışı bile, tek ülkede sosyalizm sorununu açıkça ortadan kaldırır.
Yeni sanayi yöntemlerinin ele alınıp hayata geçirildiği günlerde Lenin’in kendi kullanımı için yazdığı şu satırlar da en az öncekiler kadar aydınlatıcıdır: “Köylülükle 10 ilâ 20 yıl daha doğru ilişkiler kurulması, dünya çapında zaferi garantiler (büyümekte olan proleter devrimlerin gecikmesi durumunda bile).”
Hedef belirlenmiştir: Batıdaki devrimin olgunlaşması için gerekebilecek yeni, daha uzun döneme kendimizi ayarlamak. Sadece ve sadece bu anlamda Lenin güvenini belirtmiştir: “NEP Rusya’sından sosyalist bir Rusya çıkacaktır.”
Uluslararası devrim fikrinin burada revize edilmediğini söylemek yetmez; belli ölçüde daha derin ve kesin bir ifade bulmuştur: “Kapitalizmin geliştiği ülkelerde” diyordu Lenin Onuncu Parti Kongresinde NEP’in tarihsel konumunu açıklarken, “on yıllardır kendini oluşturma sürecinde olan bir ücretli tarım emekçileri sınıfı var.... Bu sınıfın yeterince geliştiği yerde kapitalizmden sosyalizme geçiş mümkündür. Tüm yazılarımızda, konuşmalarımızda, tüm basınımızda, Rusya’daki durumun bu olmadığını, bizde sanayide çalışan işçi azınlığa karşın küçük toprak sahiplerinin ezici çoğunluğa sahip olduğunu vurguladık. Böyle bir ülkede toplumsal devrim nihai başarıya ancak iki koşulla ulaşabilir: birincisi, bir veya birkaç ileri ülkede olacak toplumsal devrimin zamanında destek vermesi koşuluyla ... diğer koşul ... devlet iktidarını elinde tutan proletaryayla köylü nüfusun çoğunluğu ... arasındaki bir anlaşmadır.... Ancak köylülerle yapılacak bir anlaşma, diğer ülkelerde devrim başlayana dek Rusya’da sosyalist devrimi koruyabilir.” Sorunun bütün unsurları burada bir araya toplanmıştır. Köylülükle birleşme, bizzat Sovyet iktidarının varoluşu için gereklidir; ama bu, sosyalist toplumun ekonomik temelini oluşturacak yegâne şey olan uluslararası devrimin yerini alamaz.
Aynı Onuncu Kongrede, Kapitalist Bir Çevrede Sovyet Cumhuriyeti üzerine özel bir rapor hazırlandı. Bu raporu Batıdaki devrimin gecikmesi dayatmıştı. Merkez Yürütme Kurulunun sözcüsü olarak Kamenev kürsüye çıkmıştı. “Asla kendimize tek bir yalıtık ülkede komünist bir yapı yaratma hedefi biçmedik” diye konuştu, şüphe götürmez bir gerçekmiş gibi. “Ne var ki, dört bir taraftan kapitalist ilişkilerle çevrelenen sovyet proleter cumhuriyetinin, sosyalist devletin, komünist yapının temellerini korumak zorunda olduğumuz bir konumda bulduk kendimizi. Bu görevi başarabilir miyiz? Bence bu skolastik bir sorudur. Böyle bir durumda bu soruya cevap verilemez. Doğru soru şöyledir: varolan ilişkiler çerçevesinde Sovyet iktidarını nasıl koruruz ve şu ya da bu ülkenin proletaryasının yardımımıza geleceği ana değin nasıl savunuruz?” Konuşma taslağını birçok kez Lenin’le birlikte incelediği kuşku götürmez olan sözcünün fikirleri Bolşevizm geleneğiyle çelişiyor idiyse, neden kongrede itiraz sesleri yükselmedi? Nasıl oldu da, devrimin en temel sorununda Kamenev’in Bolşevizmin fikirleriyle “hiçbir ortak noktası” olmayan fikirler geliştirdiğine parmak basan tek bir delege çıkmadı? Nasıl oldu da tüm partide hiç kimse bu sapmayı fark etmedi?
“Lenin’e göre” diye iddia ediyor Stalin, “devrim gücünü öncelikle Rusya’nın kendi işçi ve köylülerinden alır. Troçki gerekli güçlerin ancak proletaryanın dünya devrimi arenasında bulunabileceğini iddia ediyor.” Diğer pek çoğu gibi bu uydurma karşıtlığa da cevabı Lenin önceden vermişti: “Rus işçi sınıfının uluslararası proletaryanın diğer kollarına göre zayıflığını” diyordu 14 Mayıs 1918 tarihli Merkez Yürütme Kurulu oturumunda, “bir an bile unutmadık ve unutmayacağız.... Ama müttefikimiz olan dünya proletaryası gelene dek, görev başında kalmalıyız.” Ekim devriminin üçüncü yıldönümünde Lenin bunu teyit ediyordu: “Kozumuzu uluslararası devrime oynadık ve bunda şüphesiz haklıydık.... Hep tek bir ülkede sosyalist devrim gibi bir işi sona erdirmenin imkânsız olduğu gerçeğini vurguladık.” İğne işinde çalışan işçilerin 1921 Şubatındaki bir kongresinde şöyle diyordu: “Her zaman ve tekrar tekrar işçilere, zaferimizin en önemli görevinin ve temel şartının devrimin en azından birkaç ileri ülkeye yayılması olduğunu gösterdik.” Hayır. Lenin güçleri dünya arenasında bulma konusunda fazlasıyla kararlıdır; onu temize çıkaramazsınız!
Tıpkı Troçki’nin Lenin’in karşısına konması gibi, Lenin de Marx’ın karşısına konur, hem de aynı temelde. Eğer Marx proleter devrimin Fransa’da başlayıp ancak İngiltere’de tamamlanacağını varsaymışsa, Stalin’e göre, bu, Marx’ın o zamanlar eşitsiz gelişme yasasını bilmemesiyle açıklanabilir. Aslında devrimci inisiyatifi alan ülkeyle sosyalizmin gerçekleştirileceği ülkeleri karşılaştıran Marksist kıyas, tamamen eşitsiz gelişme yasasına dayanmaktadır. Ne olursa olsun, büyük meselelerde hiç lafını esirgemeyen Lenin, devrimin uluslararası karakteri konusunda hiçbir yerde ve hiçbir zaman Marx ve Engels’le bir anlaşmazlığa düşmemiştir. Tam aksine! Eğer “işler Marx ve Engels’in beklediğinden farklı yola girdiyse” diyordu Lenin Üçüncü Sovyetler Kongresinde, bu sadece ülkelerin tarih sırasıyla ilgili bir şeydir. Olayların akışı Rus proletaryasına “uluslararası toplumsal devrimin öncülüğü onurlu rolünü verdi ve şimdi devrimin gelişiminin doğrultusunu açıkça görebiliyoruz: Ruslar başladı, Almanlar, Fransızlar, İngilizler onu devam ettirecekler ve sosyalizm zafere ulaşacak.”
Devlet saygınlığı bakımından da uyarılıyoruz. Ulusal sosyalizm teorisinin reddedilmesi –Stalin’e göre– “ülkemizin taçsız kalmasına yol açar.” Marksist bir kulağa dayanılmaz gelecek bu ifade tarzı, tek başına, Bolşevik gelenekten kopuşun derinliğini gösterir. Lenin’in korktuğu “taçsızlık” değil ulusal bağnazlıktı. “Biz işçi sınıfının devrimci kollarından biriyiz” diyordu Nisan 1918’de Moskova Sovyetinin bir oturumunda, “öne çıkışımız, ötekilerden daha iyi olmamızdan değil, tam da dünyadaki en geri ülkelerden biri olmamızdan kaynaklanıyordu.... Mutlak zafere ancak diğer ülkelerin tüm işçileriyle, bütün dünyanın işçileriyle birlikte ulaşacağız.”
Ölçülü bir kendini değerlendirme çağrısı, Lenin’in konuşmalarının ana motifi haline gelmiştir. “Rus devrimi” diyordu 4 Haziran 1918’de, “... Rus proletaryasının özel meziyetlerinden değil, tarihin akışından doğdu, ve bu proletarya ön safa geçici olarak tarihin iradesiyle sürülmüş ve bir süre için dünya devriminin öncüsü olmuştur.” “Dünya işçi hareketi içinde Rus proletaryasının oynadığı birincil rolü açıklayan” diyordu Lenin 23 Temmuz 1918’de bir fabrika komitesi konferansında, “ülkenin sınai gelişmişliği değil tam tersine Rusya’nın geriliğidir.... Rus proletaryası, zaferinin zorunlu şartının ve temel önkoşulunun tüm dünyanın veya en azından kapitalist ilişkilerde ileri birkaç ülkenin işçilerinin birlikte hareketine bağlı olduğunun açıkça farkındadır.” Ekim devrimini doğuran sadece Rusya’nın geriliği değildi, Lenin bunu çok iyi biliyordu. Ama çubuğu düzeltmek için bilinçli olarak çok fazla büküyordu.
Halk Ekonomi Konseylerinin –özellikle sosyalizmi inşa etmeye çağrılan organlar– 26 Mayıs 1918 tarihli kongresinde Lenin şöyle diyordu: “Tek başımıza, kendi güçlerimizle sosyalist devrime, Rusya’dan çok daha ileri bile olsa bir tek ülkede ulaşamayacağımız gerçeğine gözümüzü kapatmıyoruz.” Ve bu noktada, bürokratik bağnazlığın gelecekteki sesini duyar gibi, açıklıyordu: “Bu bir nebze bile karamsarlığa yol açmaz, zira üzerimize aldığımız görev, dünya çapında tarihsel zorluğa sahiptir.”
8 Kasım tarihli Altıncı Sovyetler Kongresinde şöyle diyordu: “Sosyalist devrimin tam zaferi tek ülkede düşünülemez, en azından birkaç ileri ülkenin –aralarında Rusya sayılamaz– çok aktif işbirliğini gerektirir...” Lenin sadece Rusya’ya sosyalizm hakkını çok görmekle kalmaz, diğer ülkelerin sosyalizmi inşa sürecinde ona kesin olarak ikincil bir rol biçer. Ülkemizi “taçsız” bırakan ne büyük bir suç!
Mart 1919’da bir Parti Kongresinde Lenin çok ateşlileri dizginler: “Proletarya ile köylülük arasında özel bir ilişkinin bulunduğu bir ülkede, kapitalizmin yıkılışında ilk adımları atmak yönünde pratik bir deneyimimiz var. Hepsi bu. Kurbağa gibi şişinirsek, tüm dünyaya eğlence malzemesi oluruz. Sadece palavracı konumuna düşeriz.” Bu laflardan gücenecek kimse var mı? 19 Mayıs 1921’de Lenin şöyle haykırıyordu: “Bolşeviklerden herhangi biri, devrimin nihai zafere ancak ileri ülkelerin tümünü veya en azından birkaçını kapsayınca ulaşacağını hiç inkâr etti mi?” Partinin Kasım 1920’deki Moskova il konferansında dinleyicilere tekrar, Bolşeviklerin “tüm dünyanın tek başına Rusya’nın güçleriyle değiştirileceğini” ne taahhüt ettiğini ne de hayal ettiğini hatırlattı. “... Böyle bir deliliğe asla kapılmadık; hep devrimimizin tüm ülkelerin işçileri onu destekleyince zafere ulaşacağını söyledik.”
“Henüz” diye yazıyordu 1922 başlarında, “sosyalist ekonominin temellerini tamamlayamadık. Bu süreç ölmekte olan bir kapitalizmin düşman güçlerince durdurulabilir. Bunun net bir biçimde farkında olmalı ve açıkça kabullenmeliyiz. Zira, özellikle yüksek yerlerde, yanılsamalardan ve baş dönmesinden daha tehlikeli bir şey yoktur. Ve bu acı gerçeği kabul etmekte, hiçbir «korkunç» yön, en küçük bir cesaret kırıcı sebep yoktur; zira her zaman Marksizmin ABC’sini, yani sosyalizmin zaferi için birkaç ileri ülkenin proletaryasının ortak çabasının gerekli olduğunu öğrettik ve tekrarladık.”
İki yıldan biraz fazla zaman geçince Stalin bu temel sorunda Marksizmden vazgeçmek istedi. Hangi bahaneyle? Marx’ın evrimin eşitsizliğinden –yani doğanın ve toplumun en temel diyalektik yasasından– bihaber olduğu bahanesiyle. Ya, Stalin’e göre emperyalizm deneyimi sonucunda bu eşitsizlik yasasını ilk “keşfeden”, ancak “Marksizm’in ABC’sine” dört elle sarılan Lenin’e ne demeli? Buna bir açıklama getirilmesini boşuna bekleriz.
“Troçkizm” –Komünist Enternasyonalin iddiasına ve hükmüne göre– “kendinde ve kendisi için (!) devrimimizin özde sosyalist olmadığı, Ekim devriminin sadece Batıda bir sosyalist devrimin işareti, harekete geçiricisi ve başlangıç noktası olduğu önermesinden kaynaklanmıştır ve kaynaklanmaktadır.” Milliyetçi yozlaşma burada kendisini saf skolastisizmle maskelemiştir. “Kendinde ve kendisi için” bir Ekim devrimi yoktur. Avrupa’nın tüm öngelen tarihi olmadan bu devrim mümkün olmazdı ve Avrupa’da ve tüm dünyada devamı gelmezse onun için umut yoktur. “Rus devrimi yalnızca uluslararası devrim zincirinin bir halkasıdır.” (Lenin) Bu devrimin gücü, tam da epigonların onun “taçsız kaldığını” söylediği yerdedir. Tam da ve ancak kendine yeterli bir bütün olmayıp, bir “işaret”, “harekete geçirici”, “başlama noktası”, “halka” olduğu için, tam da bu yüzden sosyalist bir karakteri vardır.
“Elbette sosyalizmin tek ülkede nihai zafere ulaşması imkânsızdır” diyordu Lenin Ocak 1918’de Üçüncü Sovyetler Kongresinde, “ama başka bir şey mümkündür: herhangi bir ülkede, tüm ülkelerin emekçi kitlelerini ateşleyecek bir canlı örnek, bir başlangıç.” Temmuzda Merkez Yürütme Kurulunun bir oturumunda, “şimdiki görevimiz ... bu sosyalizm meşalesine dört elle öyle sarılmaktır ki, büyüyen toplumsal devrim yangınına mümkün olduğunca fazla kıvılcım sıçratmaya devam etsin.” Bir ay sonra bir işçi toplantısında, “(Avrupa’da) devrim büyümekte ... ve biz o başlayana dek Sovyet iktidarını elde tutmalıyız. Bizim hatalarımız Batı proletaryasına ders olmalıdır.” Birkaç gün sonra bir eğitim işçileri kongresinde: “Rus devrimi sadece bir örnektir; bir devrim dizisinin sadece ilk basamağıdır.” Mart 1919’da bir parti kongresinde: “Rus devrimi özünde dünya çapındaki proleter devrimin ... bir provasıdır.” “Kendinde ve kendisi için” bir devrim değil, bir meşale, bir ders, sadece bir örnek, sadece bir ilk adım, sadece bir halka! Bağımsız bir gösteri değil, sadece bir prova! Ne inatçı ve acımasız bir “taçsız kalma”!
Ama Lenin burada da durmadı; “olur da” diyordu 8 Kasım 1918’de, “birden bire süpürülüp götürülürsek ... hatalarımızı saklamadan, talihin bize bahşettiği zamanı tamamen sosyalist dünya devrimi için kullandığımızı söylemeye hakkımız olacaktır.” Bu görüş, kendilerini sonsuza dek dünyanın merkezine yerleşmiş sanan epigonların bağnaz kendini beğenmişliğinden hem düşünce yöntemi hem de siyasal psikoloji açısından ne kadar da uzaktır.
Temel bir sorunda söylenen bir yalan, eğer siyasi çıkarlar sizi ona sarılmaya zorlarsa, sayısız yanlışa yol açar ve yavaş yavaş tüm düşünce yapınızı değiştirir.
“Partimizin işçi sınıfına yalan söylemeye hakkı yoktur” diyordu Stalin, Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulunun 1926’daki bir toplantısında. “Sosyalizmin ülkemizde inşa edilebileceğine güvenmemenin, iktidardan vazgeçmeye ve partimizin egemen konumundan muhalefet partisi konumuna geçmesine neden olacağını dürüstçe açıklamalıyız.” Komünist Enternasyonal bir kararında bu görüşü kutsadı: “Bu olasılığı (tek ülkede sosyalist bir toplumun kurulması olasılığını) reddetmek muhalefet adına, Rusya’da sosyalist devrimin önkoşullarını reddetmekten başka bir şey değildir.” “Önkoşullar”, dünya ekonomisinin genel koşulları değil, emperyalizmin iç çelişkileri değil, Rusya’da sınıfların karşılıklı ilişkileri değil, sosyalizmi tek ülkede gerçekleştirmek için peşinen verilen bir söz oluyor!
1926 sonbaharında epigonların ileri sürdüğü bu teleolojik argümana 1905’te Menşeviklere verdiğimiz cevabı verebiliriz: “Sınıf mücadelesinin nesnel gelişimi proletaryayı iki alternatifle karşı karşıya bırakırsa –ya devlet iktidarının hak ve görevlerini eline al ya da sınıf mevziini teslim et– sosyal demokrasi devlet iktidarının ele geçirilmesini gündemin başına yerleştirecektir. Bunu yaparken asla daha derin türden gelişme süreçlerini, üretimin büyüme ve merkezileşme süreçlerini gözardı etmeyecektir. Ama şöyle diyecektir: son çözümlemede ekonomik gelişmenin gidişatına dayanan sınıf mücadelesinin mantığı, burjuvazi ekonomik misyonunu tamamlamadan proletaryayı diktatörlüğe doğru iterse ... bu sadece tarihin onun sırtına devasa zorlukta bir görev yüklediği anlamına gelir. Belki proletarya mücadelede tükenip yükünün ağırlığı altında ezilebilir; belki. Ama sınıfsal yozlaşma ve tüm ülkeyi barbarlığa sürükleme korkusu yüzünden bu görevleri reddedemez.” Şu an buna ekleyecek hiçbir şeyimiz yok.
“Ekonomik ve politik güçlerimiz arasındaki uyum bir kere kurulduktan sonra” diyordu Lenin Mayıs 1918’de , “«buradan» iktidarı ele geçirmememiz gerektiğini çıkarmak onarılmaz bir hata olur.... Ancak «cam fanus» içinde yaşayan insanlar bu şekilde düşünür ve hiçbir zaman «uyum» diye bir şeyin olmayacağını, ne doğanın ne de toplumun evriminde uyuma yer olmadığını, tam sosyalizmin ancak bir dizi girişim –her biri ayrı ayrı ele alındığında tek yönlü olacak olan, belli bir uyumdan yoksun olacak olan– sayesinde, tüm ülkelerin proleterlerinin devrimci işbirliğiyle yaratılacağını unuturlar.” Uluslararası devrimin karşılaştığı zorluklar, edilgen bir uyarlanmayla, iktidardan vazgeçmekle, uluslararası ayaklanmayı ulusal bazda izlemek ve beklemekle değil, canlı eylemle, çelişkilerin üstesinden gelmekle, mücadelenin dinamiğiyle ve çapının genişlemesiyle aşılır.
Epigonların tarih felsefesini ciddiye alırsak, Bolşeviklerin Ekim devrimi olmadan önce, bir düşman ordusuyla karşı karşıya kalacaklarını, askeri komünizmden NEP’e geçeceklerini, ihtiyaç halinde kendi milli sosyalizmlerini kuracaklarını peşinen bilmeleri lâzımdı. Kısacası, iktidarı ele geçirmeden önce hesaplarını doğru yapıp muhasebe defterini kapatmalıydılar. Gerçekte olanlar bu sofu karikatürden çok farklıdır.
1919 Martında parti kongresine sunduğu bir raporda Lenin şöyle diyordu: “Sık sık el yordamıyla yürümek zorunda kalıyoruz; şöyle bir bakıp kavramaya çalıştığımız zaman, bu olgu çok açık bir hal alıyor. Ama bu durum 10 Ekim 1917’de iktidarın ele geçirilmesini tartışırken bile bizi bir an olsun korkutmadı. Troçki yoldaşın deyimiyle deneye girişmek, denemeyi yapmak durumunda olduğumuzu biliyorduk. Daha önce dünyada kimsenin bu ölçüde üstlenmediği bir işi üstlenmiştik.” Ve dahası: “Nasıl sona ereceğini bilerek kim devasa bir devrimi gerçekleştirebilir? Böyle bir bilgiyi nereden alabiliriz ki? Kitaplarda bulamazsınız. Böyle bir kitap yok. Kararımız ancak kitlelerin deneyiminden doğabilirdi.”
Bolşevikler, Rusya’nın sosyalist bir toplum yaratacağı garantisini aramadılar. Buna ihtiyaçları yoktu. Bir işlerine yaramazdı. Bu, Marksizm okulunda öğrendikleri her şeyle çelişiyordu. “Bolşeviklerin taktikleri” diye yazıyordu Lenin Kautsky’ye karşı, “yegâne enternasyonal taktiklerdi, çünkü bunlar dünya devriminden ödlekçe bir korkuya, ona darkafalı bir güvensizliğe dayanmıyorlardı...” Bolşevikler, “tüm ülkelerde devrimin geliştirilmesi, desteklenmesi, harekete geçirilmesi için bir ülkede yapılabilecek her şeyi yaptılar.” Böyle bir taktikle peşinen şaşmaz bir güzergâh çizmek imkânsızdı, ulusal bir zaferi garanti etmek daha da imkânsız. Ama Bolşevikler, tehlikenin, savaş gibi devrimin de bir unsuru olduğunun bilincindeydiler. Tehlikeye göz göre göre atıldılar.
Burjuvazinin kendi çıkarları uğruna nasıl cesaretle savaşa girdiğini bir örnek ve serzeniş olarak dünya proletaryasına anımsatan Lenin, “kolay bir zaferi «garantilemeden» kavgaya girişmekten korkan” sosyalistleri nefretle damgalıyordu. “... Uluslararası sosyalizmin böyle düşünen çizme yalayıcıları, burjuva ahlâkının dalkavukları, üç kere aşağılanmayı hak ediyor.” Çok iyi bilindiği gibi Lenin, aşırı öfkelendiğinde dahi sözlerini özenle seçmekten geri durmazdı.
“Ama ne yapacağız” diye Stalin sorgulamaya devam ediyor, “uluslararası devrim gecikmeye mahkûmsa? Devrimimizin önünde bir çıkış yolu var mı? Troçki hiçbir çıkış yolu göstermiyor.” Epigonlar Rus proletaryası için tarihsel ayrıcalıklar istiyorlar: insanlığın geri kalanının akıbeti ne olursa olsun, onun sosyalizme kesintisiz geçişine yol açılmalıdır. “Eğer olaylara dünya çapında tarihsel bir ölçekten bakılırsa,” diyordu Lenin partinin Yedinci Kongresinde, “hiç şüphe yok ki yalnız kaldığı müddetçe devrimimizin nihai zafere ulaşması ... imkânsızdır.”
Ama bu durumda bile meyvesiz kalmayacaktır. “Emperyalistler yarın Bolşevik iktidarı devirse bile,” diyordu Lenin Mayıs 1919’da bir öğretmenler kongresinde, “iktidarı aldığımıza bir an bile pişman olmayacağız. Ve sınıf bilincine sahip işçilerin bir teki bile ... pişman olmayacak ya da devrimimizin başarılı olduğundan şüphe etmeyecek.” Zira Lenin, zaferden, mücadelenin gelişiminde aşama kaydetmeyi anlıyordu. “Yeni toplum ... şu ya da bu sosyalist devleti yaratmak için atılan farklı ve eksik somut adımlar dizisinde vücut bulan bir soyutlamadır.” “Sosyalist devlet”le “yeni toplum” arasındaki bu keskin ayrım, ve bir anlamda karşıtlık, epigon literatürün Lenin’in metinleri üzerindeki sayısız tahrifatını açıklayacak anahtardır.
İktidarın ele geçirilişinin beşinci yılının sonunda, Lenin, Bolşevik stratejinin anlamını son derece açık biçimde ifade etti. “Uluslararası devrimi gerçekleştirmeye başladığımız zaman, devrimin gelişimini öngörebileceğimiz inancıyla değil, bir dizi durum bizi devrimi yapmaya ittiğinden işe başladık. Düşüncemiz şuydu: Ya uluslararası devrim imdadımıza yetişecekti ve bu durumda zaferimiz güvence altına alınacaktı, ya da yenilgi halinde bile devrim davasına hizmet ettiğimiz ve deneyimimizin diğer devrimlere faydalı olacağı bilinciyle, kendi mütevazı devrimci çalışmamızı sürdürecektik. Uluslararası dünya devrimi olmaksızın proleter dönüşümün imkânsız olduğu bizim için çok açıktı. Devrimden önce de sonra da düşüncemiz şuydu: hemen veya her halükârda çok kısa sürede, diğer ülkelerde, daha gelişmiş kapitalist ülkelerde devrim başlayacaktır, yoksa yok olmaya mahkûmuz. Bu bilince rağmen her durumda ve her ne pahasına olursa olsun sovyet sistemini korumak için her şeyi yaptık. Çünkü sadece kendimiz için değil, uluslararası devrim için çalıştığımızı biliyorduk. Bunu biliyorduk, bu inancımızı Ekim devriminden önce de, hemen ardından Brest-Litovsk Barışında da ifade ettik. Ve genel olarak bu doğruydu.” Tarihler değişti, olayların akışı pek çok açıdan beklenmedik bir hal aldı, ama temel yönelim değişmedi.
Bu sözlere eklenecek ne var? “Uluslararası devrimi ... başlattık.” Eğer Batıda bir devrim “hemen veya her halükârda çok kısa sürede” başlamazsa –diye düşünüyordu Bolşevikler– “yok olmaya mahkûmuz”. Ama o durumda dahi iktidarın ele geçirilmesi haklı çıkacaktır: yok olanların deneyimlerinden diğerleri öğrenecektir. “Sadece kendimiz için değil, uluslararası devrim için çalışıyoruz.” Tamamen enternasyonalizmle dolu bu fikirleri, Lenin Komünist Enternasyonale açıklıyordu. Ona kimse karşı çıktı mı? Ulusal bir sosyalist toplumun olabilirliğini kimse çıtlattı mı? Hiç kimse. Tek bir kelime bile!
Beş yıl sonra, Komünist Enternasyonal Merkez Yürütme Kurulunun yedinci plenumunda Stalin bunlara tamamen zıt fikirler geliştirdi. Bu fikirleri zaten biliyoruz: Eğer “sosyalizmin ülkemizde inşa edilebileceğine güven” yoksa, parti “egemen konumundan muhalefet partisi konumuna ...” geçmelidir. İktidarı ele geçirmeden önce başarı garantisine sahip olmalıyız; bu garanti ancak ulusal koşullarda aranabilir; sosyalizmin köylü Rusya’da kurulabileceğine güvenmeliyiz; o zaman dünya proletaryasının zaferine güvenmesek de idare edebiliriz. Düşünce zincirinin bütün bu halkaları, Bolşevizm geleneğinin yüzüne patlatılan birer tokattır.
Geçmişten kopuşlarını örtbas etmek için Stalin ekolü, Lenin’in konuyla en alâkasız bazı satırlarını kullanmaya çalışmıştır. 1915 tarihli Avrupa Birleşik Devletleri makalesi, kazara, tek tek ülkelerdeki işçi sınıfının iktidarı ele geçirip diğerlerini beklemeden sosyalist inşaya girişmesi fikrini ileri sürer. Eğer bu tartışılmaz satırların ardına ulusal sosyalist toplum fikri gizlenmişse, sonraki yıllarda Lenin onu nasıl hepten unutmuş ve her adımda onunla çelişmiştir?Ama doğrudan ifadeler varken, dolaylı çıkarımlara başvurmak gereksizdir. Aynı yıl içinde, 1915’te, Lenin’in kaleme aldığı program tezleri, sorunu açıkça ve doğrudan cevaplar: “Rusya proletaryasının görevi Rusya’daki burjuva-demokratik devrimi sonuna kadar götürüp Avrupa’daki sosyalist devrimi alevlendirmektir. Bu ikinci görev şu anda birinciyle neredeyse iç içe geçmiştir, ama hâlâ özel ve ikinci bir görevdir, zira bu Rusya proletaryasıyla işbirliği yapan farklı sınıflar sorunudur. İlk görev için işbirliği yapılacak olan, Rusya’nın küçük-burjuva köylülüğüdür; ikinci için ise diğer ülkelerin proletaryası.” Bundan daha fazla açıklık beklenemez.
Lenin’den alıntı yapmaya yönelik ikinci girişim de daha sağlam temelli değildir. Kooperatifçilik üzerine yarım kalmış bir makalesinde, Sovyet Cumhuriyeti’nde, yeni devrimler olmadan sosyalizme geçişi tamamlamak için “gerekli ve yeterli her şeyin” elimizde olduğunu söyler Lenin. Burada mesele, metinde de açıkça görüldüğü gibi, sosyalizmin politik ve hukuki önkoşullarıdır. Yazar okuyuculara kültür ve üretimle ilgili önkoşulların yetersiz olduğunu hatırlatmayı ihmal etmez. Genelde Lenin düşüncelerini defalarca tekrarlar. “Bizim ... doğrudan sosyalizme geçecek kültürümüz yoktur” diye yazıyordu aynı dönemde, 1923’ün başlarında, “her ne kadar politik ön koşullara sahipsek de.” Bu durumda da her zaman olduğu gibi Lenin, Batı proletaryasının sosyalizme Rus proletaryasıyla birlikte ve onun önünde ilerleyeceği varsayımından hareket ediyordu. Kooperatifçiliğe ilişkin makale, dünya sosyalist toplumunun çelişkili ve devrimci gelişim sürecinde yerini almaktansa, Sovyet Cumhuriyeti’nin uyum içinde ve reformist önlemlerle kendi ulusal sosyalizmini yaratması gerektiğini ima etmez. Komünist Enternasyonal’in program metnine dahi girmiş olan her iki alıntı, uzun süre önce Programın Eleştirisi adlı makalemizde açıklanmıştı ve hasımlarımız kendi çarpıtma ve hatalarını savunmaya hiç kalkışmadılar. Zaten böyle bir girişim çok ümitsiz olurdu.
Mart 1923’te –yaratıcı çalışmasının bu son döneminde– Lenin şöyle yazıyordu: “Şu anda ... şu soruyla karşı karşıyayız: Batı Avrupa’nın kapitalist ülkeleri sosyalizme doğru gelişmelerini tamamlayana kadar, küçük, çok küçük köylü üretimimizle, yıkıntı halimizle dayanabilecek miyiz?” Yine aynı şeyi görüyoruz: tarihler kayıyor, olaylar ağı değişiyor, ama politikanın enternasyonal temeli hiç sarsılmıyor. Uluslararası devrime olan inancı –Stalin’e göre “Rus devriminin iç güçlerine güvensizlik”– büyük enternasyonalisti mezarına kadar takip etti. Epigonlar ancak Lenin’i mozolesine gömdükten sonra, onun görüşlerini ulusallaştırabildiler.
Uluslararası işbölümünden, farklı ülkelerin gelişimlerinin eşitsizliğinden, karşılıklı ekonomik bağımlılıklarından, farklı ülkelerde kültürün farklı yönlerinin eşitsizliğinden, günümüzün üretici güçlerinin dinamiğinden çıkan odur ki, sosyalist yapı, ancak bir ekonomik spiral sistemiyle, ancak tek bir ülkenin iç dengesizliklerini bütün bir ülkeler grubuna mal etmekle, ancak farklı ülkeler arasında karşılıklı yardımlaşmayla ve sanayi ve kültürün farklı dallarının karşılıklı olarak birbirini tamamlamasıyla, yani son çözümlemede ancak dünya arenasında inşa edilebilir.
1903’te kabul edilen eski parti programı şu sözlerle başlıyordu: “Mübadelenin gelişimi uygar dünyanın halkları arasında o kadar güçlü bağlar kurmuştur ki, proletaryanın büyük özgürleşme hareketi enternasyonal bir karakter almalıdır ve çoktan almıştır....” Yaklaşan sosyal devrime proletaryanın hazırlanması “uluslararası sosyal demokrasinin” görevi olarak tanımlanmıştır. Ne var ki, “ortak nihai hedeflerine giden yolda ... farklı ülkelerin sosyal demokrasileri kendilerine farklı acil görevler biçmeliler.” Rusya’da çarlığın yıkılması böyle bir görevdir. Demokratik devrim, böylelikle peşinen, uluslararası bir sosyalist devrime doğru ulusal bir adım olarak kabul edilmiştir.
İktidarın ele geçirilmesinden sonra partinin benimsediği programın altında yatan da aynı kavrayıştır. Bu programın bir ön taslağının tartışıldığı Yedinci Kongrede Milyutin, Lenin’in kararında bir düzeltme yapmayı önerdi: “Ben, «toplumsal devrim çağı artık başlamıştır» lafının geçtiği yere, «uluslararası sosyalist devrim» sözcüklerinin eklenmesini öneriyorum ... Bunu tartışmak bence gereksiz.... Toplumsal devrimimiz ancak bir uluslararası devrim olarak zafere ulaşabilir. Devrim, çevre ülkelerdeki burjuva yapılara dokunmadan, tek başına Rusya’da başarılı olamaz ... Yanlış anlaşılmayı önlemek için bunun eklenmesini öneriyorum.” Başkan Sverdlov: “Yoldaş Lenin bu eklemeyi kabul ediyor, dolayısıyla oylama gereksiz.” Parlamento tekniklerinin küçük bir örneği bile (“tartışmak gereksiz” ve “oylama gereksiz”), epigonların sahte tarihçesini belki de en itinalı araştırmadan daha iyi yalanlıyor! Yukarıda bahsettiğimiz Skvortzov-Stepanov ve yüzlercesi, binlercesi gibi Milyutin’in de, kısa süre sonra kendi fikirlerini “Troçkizm” diye lanetlemesi gerçekleri değiştirmez. Büyük tarihsel akımlar insanın belkemiğinden daha güçlüdür. Tüm politik nesiller medle yükselir, cezirle alçalır. Öte yandan fikirler, taşıyıcılarının fiziki ve ruhi ölümünden sonra da yaşama yeteneğindedirler. Bir yıl sonra, yeni bir programı resmen kabul eden Sekizinci Parti Kongresinde, aynı sorun Lenin’le Podbelskiy arasındaki sert tartışmada tekrar gündeme geldi. Moskova delegesi, Ekim’deki altüst oluşa rağmen programın devrimden gelecek zaman kipinde bahsetmesine karşı çıkıyordu. “Podbelskiy” diyordu Lenin, “bir paragrafında programın yaklaşmakta olan toplumsal devrimden bahsetmesi gerçeğine saldırıyor.... Argümanı son derece mantıksız, zira programımızda dünya çapındaki toplumsal devrimden bahsediyoruz.” Gerçeği söylemek gerekirse, parti tarihi epigonlar için saklanacak tek bir boş köşe bırakmıyor!
1921’de kabul edilen Komünist Gençlik Programında aynı sorun özellikle kolay anlaşılır ve basit biçimde ortaya konuyor: “Rusya” diyor bir paragraf, “devasa doğal kaynaklar barındırmasına rağmen yine de sanayi bakımından küçük-burjuva nüfusun çoğunlukta olduğu geri bir ülkedir. Sosyalizme ancak sosyalist dünya devrimi aracılığıyla varabilir ve bu çağa da girmiş bulunuyoruz.” Zamanında Lenin, Troçki ve de Stalin’in katılımıyla Politbüro tarafından kabul edilen bu program, Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulunun tek ülkede sosyalizmin kabul edilmeyişini ölümcül bir günah olarak ilân ettiği 1926 yılında hâlâ geçerliliğini korumaktaydı.
Ama sonraki iki yılda, epigonlar Lenin döneminin programını arşive tıkmak zorunda kaldılar. Yamalı bohça olan yeni belgelerine, Komünist Enternasyonal programı dediler. Lenin’le birlikte hazırlanan “Rus” programı enternasyonal devrimden bahsederken, epigonların enternasyonal programı “Rus” sosyalizminden bahsediyor.
Peki ilkinden kopuş ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Tarihsel olarak bunu saptamak kolay, çünkü Stalin’in biyografisindeki bir dönüm noktasına tekabül eder. Lenin’in ölümünden üç ay sonra, Nisan 1924’te bile Stalin tevazu içinde partinin geleneksel fikirlerini anlatıyordu: “Tek ülkede burjuvazinin iktidarını devirmek ve proletarya iktidarını kurmak” diye yazıyordu Leninizmin Sorunları’nda, “sosyalizmin tam zaferini garanti etmek anlamına gelmez. Sosyalizmin en temel görevi –sosyalist üretimin örgütlenmesi– hâlâ önümüzde duruyor. Bu görev gerçekleştirilebilir mi? Birkaç ileri ülkenin birleşik çabaları olmadan tek ülkede sosyalizmin nihai zaferine ulaşmak mümkün müdür? Hayır, değildir. Tek ülkenin çabaları burjuvazinin devrilmesi için yeterlidir, bizim devrimimizin tarihi de bunu gösteriyor. Sosyalizmin nihai zaferi için, sosyalist üretimin örgütlenmesi için, tek bir ülkenin, özellikle Rusya gibi bir köylü ülkesinin çabaları yetersizdir; bunun için birkaç ileri ülkenin proleterlerinin birleşik çabalarına ihtiyacımız var.” Stalin bu fikirleri sıralamayı şu sözlerle bitirir: “Genel olarak Leninist proleter devrim teorisinin karakteristik özellikleri bunlardır.”
Aynı yılın sonbaharında, Troçkizmle mücadelenin etkisi altında, aniden, Rusya’nın, diğerlerinden farklı olan, eğer müdahaleyle engel olunmazsa sosyalist toplumu kendi güçleriyle inşa edebilecek bir ülke olduğu keşfedildi. Aynı eserin yeni baskısında Stalin şöyle yazıyordu: “Kendi gücünü pekiştirerek ve köylülüğe önderlik ederek, muzaffer ülkenin proletaryası sosyalist bir toplumu inşa edebilir ve etmelidir.” Edebilir ve etmelidir! Sadece “müdahaleye karşı ülkeyi tamamen korumak için ... en azından birkaç ülkede ... devrimin zaferi gereklidir.” Dünya proletaryasına sınır polisi rolü biçen bu yeni düşüncenin ilânı, şu aynı sözlerle son bulur: “Genel olarak Leninist proleter devrim teorisinin karakteristik özellikleri bunlardır.” Bir yıl zarfında, Stalin, sosyalizmin temel bir sorununda Lenin’e iki zıt fikir isnat etmiştir.
1927’de, Merkez Komitenin bir genel oturumunda Troçki, Stalin’in bu iki çelişkili fikri hakkında şunları diyordu: “Stalin’in bir hata yaptığını ve sonra hatasını düzelttiğini söyleyebilirsiniz. Ama böyle bir konuda böyle bir hatayı nasıl yaptı? Lenin’in daha 1915’te tek ülkede sosyalizmin inşası teorisini ilân ettiği doğru olsaydı (ki tamamen yanlıştır), eğer ondan sonra Lenin’in sadece bu bakış açısını güçlendirip geliştirmiş olduğu doğru olsaydı (ki tamamen yanlıştır), o zaman sormalıyız, nasıl oluyor da Stalin bu önemli konuda Lenin’in sağlığında, yaşamının son döneminde, 1924’ten kalma alıntıda ifade ettiği fikirleri geliştirebiliyor? Görünen o ki Stalin bu meselede daima bir Troçkist olmuştu, bundan ancak 1924’ten sonra vazgeçti. Stalin kendi yazılarından 1924’ten önce sosyalizmin tek ülkede inşasıyla ilgili bir şeyler söylediğini gösteren bir alıntı yapabilseydi iyi olurdu. Ama böyle bir şey bulamaz!” Bu meydan okuma cevapsız kaldı.
Ne var ki, Stalin’in yaptığı dönüşün gerçek derinliğini abartmamalıyız. Tıpkı savaş konusunda, geçici hükümetle ilişkilerimiz konusunda, ulusal sorun konusunda olduğu gibi, genel devrim perspektifinde de Stalin’in iki farklı duruşu vardı: biri bağımsız, organik, her zaman dile getirilmeyen, en azından hiçbir zaman tam olarak dile getirilmeyen, diğeri ise koşullara bağlı, laf cambazlığına dayanan ve Lenin’den aşırılma. Bir ve aynı partiye mensup iki insan arasında, hem devrimci kavrayışın temel sorunlarında hem de politik psikolojide Stalin’i Lenin’den ayıran uçurumdan daha büyüğünü hayal etmek güçtür. Stalin’in oportünist karakteri, şimdi, iktidarının muzaffer bir proleter devrime yaslanmasıyla gizleniyor. Ama Mart 1917’de Stalin’in bağımsız tavrını gördük. Burjuva devrimi çoktan geride kalmışken, partiye burjuvazinin “dağılmasını frenleme” –yani proleter devrime karşı direnme– görevini biçti. Eğer proleter devrim gerçekleştiyse, bu onun hatası değildir. Ama Stalin tüm bürokrasiyle birlikte olmuş bitmiş olgu temelinde tavır almıştır. Proletarya diktatörlüğü varsa, sosyalizm de olmalıdır. Rusya’da proleter devrime karşı Menşeviklerin öne sürdüğü argümanı tersyüz eden Stalin, tek ülkede sosyalizm teorisiyle kendini uluslararası devrimin önüne barikat olarak dikti. Ve hiçbir prensip meselesini sonuna kadar düşünmediğinden, “özünde” hep 1924 sonbaharında düşündüğü gibi düşündüğünü sanmaktan kendini alamazdı. Dahası hiçbir zaman partideki egemen fikirle çelişkiye düşmediğinden, partinin de “özünde” kendisi gibi düşündüğünü sanmaktan kendini alamazdı.
İlk ikame bilinçsizdi. Tahrifat değil, ideolojik bir geri adım söz konusuydu. Ama ulusal sosyalizm kuramı, donanımlı bir eleştiriyle karşılaştığı oranda, aygıt adına örgütlü ve ciddi bir cerrahi müdahale gerekli oldu. Ulusal sosyalizm teorisi o zaman buyruldu. Bu, tersinin olamayacağını gösterme yöntemiyle –hemfikir olmayanları tutuklayarak– ispat edildi. Aynı zamanda partinin geçmişinin sistematik olarak yeniden yazıldığı bir dönem açıldı. Parti tarihi bir yaz-boz tahtasına çevrildi. Bu tahrifat hâlâ, hatta artan bir çılgınlıkla sürüyor.
Ama asıl etken, baskılar veya tahrifatlar değildi. Bürokrasinin durumuna ve çıkarlarına tekabül eden yeni fikirlerin zaferi, geçici fakat son derece güçlü olan nesnel koşullara dayanıyordu. Sovyet Cumhuriyeti’nin önüne, hem iç hem dış politikada, devrimden önce hiç kimsenin tahmin edemediği ölçüde önemli bir rol oynama fırsatı çıkmıştı. Yalıtılmış işçi devleti, düşmanlardan oluşan bir kalabalığın ortasında kendini korumakla kalmamış, ekonomik olarak yükselmişti de. Bu ezici gerçek henüz tarihsel düşünmeyi –yani karşılaştırıp öngörmeyi– öğrenmemiş olan genç nesillerin toplumsal fikrini oluşturdu.
Avrupa burjuvazisi son savaşta, bir başkasını kolay kolay göze alamayacak denli yıpranmıştı. Devrimci sonuçlardan korkulması, o ana dek askeri müdahale planlarını felce uğratmıştı. Ama korku unsuru çok istikrarsızdır. Devrim tehdidi hiçbir zaman devrimin yerini almamıştır. Uzun süre gerçekleşmeyen bir tehdit etkisini yitirir. Aynı zamanda işçi devletiyle emperyalist dünya arasındaki uzlaşmaz karşıtlık yüzeye çıkmaya başlamaktadır. Son olaylar o kadar etkili olmuştur ki, sosyalist yapının tamamlanmasına kadar dünya burjuvazisini “tarafsızlaştırma” umudu şu anki egemen hizip tarafından terk edilmiştir; hatta bir ölçüde zıddına dönüşmüştür.
Bu barış yıllarında elde edilen sınai başarılar, planlı ekonominin eşsiz avantajlarının çürütülemez kanıtıdır. Bu gerçek hiçbir suretle devrimin uluslararası karakteriyle çelişmez, unsurları ve dayanak noktaları ayrı ayrı ülkelerde hazırlanmadıkça, sosyalizm dünya arenasında gerçekleşmeyecektir. Ulusal sosyalizm teorisinin düşmanlarının, aynı zamanda sanayileşmenin, planlama ilkesinin, Beş Yıllık Planın ve kolektifleştirmenin taraftarı olması tesadüf değildir. Rakovski ve onunla birlikte binlerce diğer Bolşevik, cesur bir sınai atılım için verdikleri mücadelenin bedelini yıllarca süren hapislik ve sürgünle ödüyorlar. Öte yandan onlar da ulaşılan sonuçların abartılmasına ve kendini beğenmişliğe sebep olmasına ilk karşı çıkanlardandılar. Diğer taraftan önceleri geri Rusya proletaryasının iktidarı ele geçiremeyeceğini düşünen, iktidarın ele geçirilmesinin ardından da geniş sanayileşme ve kolektifleştirme imkânını reddeden güvensiz ve basiretsiz “pratik düşünceliler”, sonradan tam tersi bir pozisyon aldılar. Kendi beklentilerinin aksine başarılar kazanılınca, hemencecik Beş Yıllık Planları ardarda dizerek, tarihsel perspektifin yerine çarpım tablosunu koydular. İşte tek ülkede sosyalizm teorisi budur.
Gerçekte bugünkü Sovyet ekonomisinin büyümesi hâlâ çelişkili bir süreçtir. Ekonomik başarılar işçi devletini güçlendirmekle beraber, kesinlikle otomatik olarak uyumlu bir toplum yaratılmasıyla sonuçlanmaz. Tam tersine, bunlar, yalıtılmış bir sosyalist yapıdaki çelişkilerin daha yüksek bir düzeyde keskinleşmesini hazırlıyorlar. Daha önce olduğu gibi şimdi de, Kır Rusya’sının şehir Avrupa’sıyla ortak bir sanayi planına ihtiyacı var. Uluslararası işbölümü tek bir ülkedeki proletarya diktatörlüğünün önüne dikilir ve ona gideceği yönü gösterir. Ekim devrimi, Rusya’yı insanlığın geri kalanının gelişiminden yalıtmamış, tersine ona daha sıkı bağlamıştır. Rusya barbarlığın gettosu değildir, ama henüz sosyalizmin Arkadhia’sı[3] da değildir. Geçiş çağımızın en geçici ülkesidir. “Rus devrimi sadece uluslararası devrim zincirinde bir halkadır.” Dünya ekonomisinin bugünkü durumu şunu tereddütsüz söylememize izin veriyor: Kapitalizm proleter devrime Sovyetler Birliği’nin sosyalizme olduğundan daha yakındır. İlk işçi devletinin kaderi, Batıdaki ve Doğudaki özgürlük hareketinin kaderine sıkı sıkıya bağlıdır. Ama bu önemli konu ayrıca araştırmayı hak ediyor. Ona daha sonra dönmeyi umuyoruz.
[Bu yazı Troçki’nin Rus Devriminin Tarihi adlı eseri için kaleme aldığı 2 nolu ektir.]
__________________
[1] 1807 Temmuzunda Rusya ile Fransa ve Fransa ile Prusya arasında, Tilsit’te (eski Doğu Prusya’da) imzalanan anlaşmalara atıfta bulunuluyor. (çn.)
[2] Spartalı gibi, güçlüklere dayanan, yılmaz. (çn.)
[3] “Mutluluk beldesi” imgesi olarak kullanılan ve Mora yarımadasının ortasında yer alan tarihi bir bölge. (çn.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder