SON GELİŞMELER IŞIĞINDA BİLİMİN TOPLUMDAKİ ROLÜ
Medyada, Atlas Deneyi ilginç bir biçimde oldukça geniş bir yer buldu. Basında öyle bir imaj
yaratıldı ki sanki deney maddenin özelliklerini ve kütlenin nasıl oluştuğunu değil de tanrının
dünyayı nasıl yaratmış olduğunu anlamak için yapılıyor. “Higgs bozonu” adı verilen, kuramsal
olarak öngörülen, henüz Atlas Deneyi'nde dahi tespit edilememiş olan bir atomaltı parçacığın bu
deney sonucunda akıbeti belli olacak. Eğer ki parçacık tespit edilirse aynı yöndeki çalışmalar
derinleşecek; parçacığın bir kurgu olduğu anlaşılırsa yepyeni kuramlar ortaya atılacak. Her
durumda bu deneyler evrenin yapısına dair insanlığın şu ana kadar edindiği bilgilerin
derinleşmesiyle sonuçlanacak.
Protonların ve Nötronların temel yani indirgenemez parçacıklar olmadığı yıllardır biliniyor.
Türlü biçimlerde sınıflandırılan 61 farklı temel parçacık var. Bunlardan birisi de henüz
görülemeyen, milyarlarca Doların varlığını ya da yokluğunu göstermek adına harcandığı Higgs
bozonu. Varsayıma göre bütün evreni kapsayan bir Higgs alanı var. Bir parçacığın kütlesi olup
olmadığını ve varsa niye fazla olduğunu bu alanla girdiği etkileşim belirliyor. Bu alanla etkileşimi
daha fazla olan temel parçacıklar, diğer parçacıklardan daha çok kütleye sahip oluyor. Bu alandaki
taşıyıcı parçacık ise Higgs bozonu. Kütleçekimi gibi fiziğin en temel konularından birinde bu kadar
önemli bir yer tutan parçacığın deney aracılığıyla yanlışlanması da doğrulanması da tüm doğa
bilimleri açısından önemli bir yerde duruyor.
Atomaltı parçacıkların keşfi, en küçüğü keşfetmekten aslında çok daha fazlası. Evrenin şu
ana kadar nasıl bir değişim geçirdiği ve bundan sonra nasıl bir değişikliğe uğrayacağı bu parçacıklar
hakkında daha çok bilgi sahibi olmaktan geçiyor. Şu basit nedenle ki evrenin zaten bu
parçacıklardan oluştuğu varsayılıyor. 13.7 milyar yıldır bugünkü fizik kurallarının geçerli olduğu ve
ondan öncesinde enerjinin yüksek yoğunluğu nedeniyle fizik kurallarının daha farklı olduğu
biliniyor. Şimdiki teknolojiyle bilinebilecek bu 13.7 milyar yıl, parçacıkların nasıl oluştuğu ve nasıl
kütle kazandığıyla ilgili teoriler yardımıyla anlaşılabiliyor. Evrenin değişimiyle ilgili bilgi atomaltı
parçacıklarla ilgili bilgilerin artışıyla artacaktır.
Deneyin kendi olası sonuçları dışında bize gösterdiği önemli şeyler var. Evrenin doğası
anlaşıldıkça çözülmesi gereken problemlerin sayısının da aynı şekilde artması bunlardan biri. Bilim
çeşitli yönlerden gelişmesini sürdürüyor. Parçacık fiziği, görünürde pratik için çok şey vadetmiyor.
Ancak bilimi her bir dalın pratikteki yansımalarına göre değerlendirmek doğru değil. Daha önceki
birçok bilimsel ilerleme umulmadık yararlar ve tabii ki zararlar da getirdi. Bu alandaki ilerlemelere
de bu gözle bakmak gerekiyor.
Peki bu parçacıklar diyalektiği mi kanıtlıyor? Ya da deneyler idealizme kapı mı aralıyor?
Sorunu bu şekilde koymak hatalı olacaktır. Fiziğin bu gelişme düzeyinde metafizik bir temelde
yapılması zaten imkansız. Doğa bilimlerinde metafizik ögeleri zaman bir bir çöplüğe gönderdi.
Kuramlar elbette var olan şeyden daha fazlasını iddia eder ancak bu doğaya iyi bir açıklama
getirmek adına mecburidir de. Deneyler birtakım olguları kesinleştirmek veya tahminleri
doğrulamak adına yapılır; kuramlar arasından olguları en iyi açıklayan ve en iyi tahminlerde
bulunanlar seçilir. Genel kabul görmüş kuramlar, böylece maddi gerçekliği en iyi açıklayanlar ya da
pratikte en çok iş görenler olur. Bu bakımdan doğa bilimlerine ve yapılan deneylere güvensizlik
beslemek hatalıdır. Dahası bilimsel bulguları, felsefi düzeyde test edip yanlışlığına kanaat getirmek
maddi gerçeklikten kopup ideolojiler alanına kaymak anlamına gelecektir. Elbette bu da
Marksizmin en temel kazanımlarından vazgeçip Hegelciliğe dönmekle eşdeğerdir. Marksistlerin bir
deneyi idealist diye nitelendirebilmesi için ortada güçlü bilimsel gerekçelerin olması gerekir. En
azından temel bilimlerin çok fazla teknik bilgi gerektirdiği ve olgularla uyumlu olmayan kuramların
yaşama şansı bulamadığı bir dönemde eleştiri çok dikkatli yapılmalı.
İnsanların, günümüzdeki bilimsel bilgi düzeyi ve teknolojik altyapı yeni gelişen bilim
dallarıyla birlikte ele alınırsa, birkaç on yıl içerisinde dünyadaki tüm sosyal sorunları aşabilecek
potansiyele sahip olduğu basit bir hayalden ya da ütopyadan çok daha fazlasını ifade ediyor.
Evrenin geçmişiyle ilgili, maddeyi ne kadar verimli kullanabileceğimize, enerji üretimine ve en
verimli besin üretim yollarına ilişkin bilgi ve altyapı artık kaynakların yetersizliğine ilişkin burjuva
yargıların tamamıyla sınıfsal nitelikte olduğunun açık kanıtı. Genetiğin yaygın ve denetimli bir
şekilde kullanılması dünyadaki açlığın çözümünde önemli bir rol oynayacaktır. Ya da hidrojen
enerjisinin yaygın kullanımı diğer enerji kaynaklarının gelişimiyle birlikte düşünüldüğünde,
dünyanın enerjiyle ilgili tüm problemlerini çözecek niteliktedir. Benzer şekilde atomlarla ya da
moleküllerle oynayıp, yüksek kalitede ürün elde yöntemi olan nanoteknoloji meta üretiminin
olduğu tüm alanlarda yaygın olarak kullanılabilecek. Tüm bunlar, sosyalist bir örgütlenmenin
teknolojik ve bilimsel temelini oluşturduğunda kıt kaynaklar tarihe karışacaktır. Yani ilk olarak
insanların önündeki en temel sorunları(açlık, çalışma saatlerinin düşürülmesi, işsizlik, uyumlu bir
toplum) çözecek bir örgütlenme, zaman içerisinde sınırsız kaynaklara sahip olacaktır. Emekçiler
kapitalizmin onlara sunduklarıyla yetinmek zorunda değildir. Uluslararası düzeyde planlı bir
örgütlenme, kaynakların doğru dağılımının, çalışmanın daha az saate yayılıp daha verimli olmasının
yolunu açacaktır.
Kaynakların verimsiz kullanılması kapitalizmin bir yönüdür; üretici güçleri yıkıcı güçlere
dönüştürmek ise bir başka yönü. Bilimsel gelişmenin insanların asgari düzeyde çalışıp, başka türlü
etkinliklere de zaman ayırabilmesinin temeli olduğu bir gerçek. Gerçi bugün, bilimsel ve teknolojik
gelişimin zirve noktasında, insanlar köle gibi çalışıyor, hatta çoğu zaman çalışacak iş de bulamıyor
ve dahası ironik bir şekilde aç kalıyor. Tüm bunların gelişmişlik düzeyiyle uyuşmadığı açık. Özel
mülkiyet artık bu gelişmişlik düzeyini taşıyamıyor. Geçen yılki tüm o sosyal hareketlilikler bunun
açık bir ifadesi. Bununla birlikte kapitalizm, insanı bir tür olarak 10 kere ortadan kaldırabilecek
silahlara bilimin gelişmişlik düzeyiyle sahip oldu. 2. Dünya Savaşı, dünyadaki nüfusun %3.5'ini
mezara yollamıştır. Bugün emperyalist ülkelerdeki, nükleer silah, roket, uçak, tank, gemi ve
denizaltı kapasitesi eskisine oranla katlanmış durumda. Ve bunlar bilim ve teknolojinin
getirdikleriyle birlikte sınırsız bir yok ediciliğe sahip artık. Özellikle insanların gelişimini bilimin
bir fonksiyonu olarak görenler, kapitalistlerin emri altındaki bilimin insanları tamamen ortadan
kaldırabilecek silahları yarattığını da dikkate almalıdır.
Bilim, toplumların bir fonksiyonu olarak değerlendirilmelidir. Bugün bilim, doğa
bilimleriyle olsun sosyal bilimleriyle olsun, tam olarak burjuvazinin çıkarlarınca yönlendirilir.
Ancak doğa bilimleri ve sosyal bilimler yapıları gereği farklı bilimsellik derecelerine sahiptir. Doğa
bilimleri(fizik, kimya, biyoloji, astronomi, jeoloji vs.) hem inceleme alanlarının daha nesnel
oluşuyla hem de kapitalizmin temeli olan meta üretimi alanının ve silah üretiminin bu alanlarla sıkı
sıkıya bağlı oluşu nedeniyle bilimsel esaslara dayalı olarak yapılmak durumundadır. Kapitalistler
arası rekabet teknolojik gelişimi bu da dolaylı ya da dolaysız olarak bilimdeki ilerlemeleri
gerektirir. Uluslararası rekabet en öldürücü silahları üretmeyi, en iyi radarlara ve en iyi uydulara
sahip olmayı gerektirir. Tüm bunlar(elbette olumsuz yönleri ayıklanarak) sosyalist bir toplumun
geçmiş toplumdan alacağı en kritik kültürel unsurlardır.
Sosyal bilimler de burjuvazinin kontrolünde ve yine onun çıkarları adına yapılır. Ancak
sosyal bilimlerin alanı insan ve toplumlar olduğundan bilimsellik birçok kez ikinci planda kalır.
Sosyal bilimler, ekonomiden psikolojiye, tarihten felsefeye çağının bütün önyargılarını içinde
barındırır. Her türden idealist öge bu bilimlerin bilimselliğini tartışma konusu eder. İnsanları ve
toplumları burjuva bir gözle okumaya kalkışmak, olayların tarihselliğini göz önüne almamak,
üretim ilişkilerinin geçici niteliğini gözden kaçırmak, günümüzdaki ahlaki normlardan evrensel
ahlaka ulaşmaya çabalamak, tarihi burjuvazinin bakış açısından yorumlamak, dahası dünyada neler
olup biteceğine dair öngörülerde inanılmaz bir yeteneksizlik bu bilimlere karşı daha fazla eleştirel
olmayı zorunlu kılar.
Ya siyasete nasıl bakış açıları sunuyor sosyal bilimler? O kadar demokratik olan Avrupa'nın
bir sene içerisinde demokratikliğinden eser kalmamısını, faşist yapıların her yerde peydah
olmasının, polislerin evrensel barbarlığını, hükümetlerin tekelleri koruma sevdalarını nasıl
açıklıyor? Bunlar elbette burjuva bakış açısıyla açıklanamaz. AB'nin en baştan beri emperyalist bir
proje olarak görülebilmesi, emperyalist savaşların ve devrimlerin ne zaman olacağının kestirilmesi,
burjuva demokrasisinin ne zaman askıya alınacağının bilinmesi; ekonominin siyasi yapıyı
belirlediği, siyasetin maddi çıkarlar zemininde yapıldığı, ulus devletlerin o ülkelerin burjuvazisinin
bir aracı olduğu, devrimlerin krizleri takip ettiği gerçeklerinin anlaşılmasına bağlıdır. Tüm bunlar
günümüzdeki sosyal bilimlerle Marksizm arasındaki uçurumu gösterir. Sosyal bilimler
literatüründe, küreselleşmenin erdemlerini, sanayi sonrası bilgi toplumlarına geçtiğimizi,
emperyalistler arası savaşın tarihe karıştığını, insan doğasının değişmez olduğunu, evrensel ahlak
kuralları olduğunu, devrimlerin geride kaldığını yani kısacası kapitalist toplumu görüyoruz. İnsan
böyle bir bilimi nasıl olur da ciddiye alır?
Toplumu değiştirmek isteyenlerin içinde yaşadıkları toplumu belli bir doğrulukla
kavramaları geekir. Bu materyalist bir dünya anlayışını gerektirir. Birçok bilim adamı da bu
anlamda materyalisttir. Ancak iş bununla bitmez. Toplumu değiştirmek isteyenler siyasete,
ekonomiye ve ideolojik yapıya ve bunların birbirleriyle ilişkilerine dair belli bir açıklığa sahip
olmalıdır. Materyalist tarih anlayışını temel almadan toplumların nasıl değiştiklerini anlamaya
çalışmak yön bilgisi olmayan birinin okyanusun ortasında pusulasız bir şekilde doğru yöne gitmeye
çalışmasına benzer. İçinde bulunduğumuz dönemin, tarih açısından ne kadar önemli olduğunu
materyalist bir tarih anlayışının yokluğunda değerlendirmek neredeyse imkansızdır. Öyleyse
toplumu değiştirmek iradesinde olan herkesin Marksizmi titiz bir şekilde incelemesi ve toplumları
materyalist bir bakış açısıyla değerlendirmesi zorunludur.
Ekim Gençliği
Bilim, felsefe, kuram, ideoloji ve politikayı tartışmayı gönülden sevenlerin buluşma mekanı...
Kısmı Zaferlerden Kökten Kurtuluş
"Almanya için bir ütopyacı düş olan şey, radikal devrim, insanın genel kurtuluşu değil, kısmi, sırf siyasal bir devrim, yapının temellerini ayakta bırakan bir devrimdir. (...) kısmi bir kurtuluş (...) sivil toplumun bir kesiminin kendisini kurtararak genel egemenliğe ulaşmasıdır. (...) Ama Almanya'da hiçbir sınıf, onu toplumun yıkıcı temsilcisi yapacak cüret, kararlılık ve acımasızlığa sahip değildir... Almanya sonuna kadar giden bir devrim yapmadıkça, devrim yapmış olamaz. Almanya'da Ortaçağ'dan kurtuluş Ortaçağ üzerindeki kısmi zaferlerden de kurtuluşla mümkündür."
"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''
"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".
Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...
Sevgiyle kalın...
"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''
"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".
Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...
Sevgiyle kalın...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder