Eğer 1917’de sürekli devrim teorisine karşı mücadele etmiş birileri varsa, bunlar Kadetler ve Uzlaşmacılardır. Milyukov ve Dan, “Troçkizmin devrimci yanılsamalarını” 1905 devriminin çöküşünün temel sebebi olarak gösterirler. Demokratik konferansın açılış konuşmasında Çeidze, “kapitalist savaşın ateşini devrimi bir sosyalist dünya devrimine dönüştürerek söndürme” çabalarını şiddetle mahkûm ediyordu. 13 Ekimde Kerenski Ön Parlamentoda şöyle diyordu: “Şu anda devrimin, demokrasinin ve her türlü özgürlük kazanımının en büyük düşmanı .... devrimi derinleştirip bir sürekli toplumsal devrime dönüştürmek kisvesi altında kitleleri ayartmaya çalışan ve görünüşe göre bunu başarmış olanlardır.” Çeidze ve Kerenski’nin sürekli devrime düşman olmalarıyla Bolşeviklere düşman olmaları aynı sebeptendir.
İkinci Sovyetler Kongresinde, iktidarın ele geçirildiği dönemde Troçki şöyle diyordu: “Eğer Avrupa halkları ayaklanıp emperyalizmi ezmezlerse, biz ezileceğiz; bu şüphe götürmez Ya Rus devrimi Batıda mücadele kasırgasını harekete geçirecek ya da tüm ülkelerin kapitalistleri bizim devrimimizi boğacaklar.” “Üçüncü bir yol var” diye bağırdı salondan bir ses. Yoksa bu Stalin’in sesi miydi? Hayır, bu bir Menşevikin sesiydi. O yıllarda Bolşevikler henüz “üçüncü yol”u keşfetmemişti.
Uluslararası Stalinist basında yer alan sayısız yinelemelerin sonucu olarak, çeşitli politik çevrelerde, Brest-Litovsk anlaşmazlıklarının altında iki farklı kavrayışın yattığına kesin gözüyle bakılır. Birincisinin hareket noktası Rusya’nın iç güçlerinin sadece dayanmaya değil sosyalizmi kurmaya da yeteceğidir; diğeri tamamen Avrupa’daki ayaklanmaya bel bağlamaktadır. Gerçekte bu fikir karşıtlığı birkaç yıl sonra yaratılmıştır ve yaratıcısı da buluşunu en yüzeysel biçimde bile olsa tarihsel belgelere uydurmaya zahmet etmemiştir. Elbette bu hiç de kolay olmazdı. Brest döneminde Bolşevikler çok yakın gelecekte Avrupa’da bir devrim patlak vermeyecek olursa Sovyet Cumhuriyetinin yok olmaya mahkûm olduğu konusunda tek bir istisna olmaksızın hemfikirlerdi. Bazıları hafta sayıyordu, bazıları ise ay; hiç kimse yılları düşünmüyordu.
“Rus devriminin en başından beri ...” diye yazıyordu Buharin 28 Ocak 1918’de, “devrimci proletaryanın partisi şunu açıklamıştır: ya Rusya’daki devrimin harekete geçirdiği uluslararası devrim, savaşı ve sermayeyi boğacak, ya da uluslararası sermaye Rus devrimini boğacak.” Ama o zamanlar Almanya’yla devrimci savaşı savunanların başında bulunan Buharin, kendi hizbinin görüşünü tüm partiye atfetmiyor muydu? Bu varsayım ne kadar doğal olsa da, belgelerle açıkça çelişmektedir.
1917’deki ve 1918 başlarındaki Merkez Komite tutanakları –1929’da basıldı– tüm kısaltmalara ve taraflı editörlere rağmen bu sorun hakkında da paha biçilmez kanıtlar sunmaktadır. “11 Ocak 1918 oturumunda, Yoldaş Sergeyev (Artem), tüm konuşmacıların sosyalist devrimin Batıda başarısızlığa uğraması durumunda yok olma tehdidiyle karşı karşıya bulunduğunda hemfikir olduğuna işaret etti.” Sergeyev Lenin’in pozisyonundan –yani barışın imzalanmasından– yanaydı. Hiç kimse Sergeyev’e karşı çıkmadı. Çekişen grupların her üçü de aynı genel öncüle başvurmakta yarışıyordu: dünya devrimi olmadan ileri gidemeyiz.
Stalin tabii ki bu tartışmaya özel bir katkıda bulundu. Ayrı bir barış imzalama gereğini şu gerçeğe dayandırıyordu: “Batıda devrimci bir hareket yok, somut olgular yok, sadece potansiyeller var ve potansiyellere göre hareket edemeyiz.” Hâlâ tek ülkede sosyalizm teorisinden uzak olmakla birlikte, bu sözleriyle açıkça uluslararası harekete duyduğu köklü güvensizliği açığa vurmaktaydı. “Potansiyellere güvenemeyiz.” Lenin bu Stalinist destekten “bazı yönlerden” derhal uzaklaştı. “Batıda devrimin henüz başlamadığı doğrudur. Ne var ki, eğer bunun ışığında taktiklerimizi değiştirirsek, uluslararası sosyalizme ihanet etmiş oluruz.” Eğer Lenin ayrı bir barışı desteklediyse, bu Batıdaki devrimci harekete inanmadığından ya da yalıtık bir Rus devrimine inandığından değildir: “Genel bir sosyalist devrim gelene kadar dayanmak bizim için önemlidir ve buna ancak barış imzalayarak ulaşabiliriz.” Brest tavizinin anlamı Lenin için “nefes almak üzere bir ara” idi.
Tutanaklar Lenin’in bu uyarısının ardından Stalin’in kendini düzeltmek için fırsat kolladığını ortaya koyuyor. “23 Şubat 1918 oturumu. Yoldaş Stalin: ... Biz de kartımızı devrime oynuyoruz, ama siz hafta hesabı yapıyorsunuz, biz ay.” Stalin burada Lenin’in formülünü kelimesi kelimesine tekrarlamaktadır. Dünya devrimi konusunda Merkez Komitenin iki kanadı arasındaki ayrım hafta-ay ayrımıydı.
1918 Martındaki Yedinci Parti Kongresinde, Brest barışının imzalanmasını savunurken Lenin şöyle diyordu: “Bir Alman devrimi olmazsa yok olacağımız kesin bir gerçektir. Belki Petersburg’da veya Moskova’da değil ama Vladivostok’ta ya da her nereye kadar çekilmek zorunda kalırsak orada yok olacağız. ... ama her halükârda, mümkün veya düşünülebilecek her durumda, Alman devrimi başlamazsa yok oluruz.” Bununla birlikte, mesele sadece Almanya meselesi değildir. “Devasa bir fiili gücü temsil eden ... uluslararası emperyalizm ... hiçbir durumda ve hiçbir şartla Sovyet Cumhuriyetiyle yan yana yaşayamaz. Bu durumda bir çatışma kaçınılmazdır. Bu noktada ... büyük tarihsel mesele ... uluslararası devrimi canlandırma gereğidir.”
Benimsenen gizli kararda şunu görüyoruz: “Kongre, Rusya’da zafer kazanmış olan sosyalist devrimin pekişmesinin en kesin güvencesini, ancak onun uluslararası bir işçi devrimine dönüştürülmesinde görüyor.”
Birkaç gün sonra Lenin Sovyetler Kongresine bir rapor hazırladı: “Dünya çapında emperyalizm ve toplumsal devrimin muzaffer ilerleyişi bir arada yaşayamaz.” Moskova Sovyetinin 23 Nisan tarihli bir oturumunda şöyle diyordu: “Geriliğimiz bizi öne çıkardı ve eğer diğer ülkelerde ayaklanan işçilerden büyük bir destek görene dek dayanamazsak yok olacağımız kesindir.” “(Emperyalizmin önünde) ta Urallar’a kadar geri çekilmek zorundayız” diye yazıyordu 1918 Mayısında, “zira Batıda devrimin olgunlaşması için zaman kazanmanın tek yolu bu....”
Lenin Brest’teki görüşmelerin uzamasının barış koşullarını ağırlaştırdığının açıkça farkındaydı, ama uluslararası devrimci görevleri “ulusal” olanların önüne koyuyordu. 28 Nisan 1918’de, barışın imzalanması konusunda Troçki’yle ara sıra anlaşmazlıklar yaşamakla birlikte, sendikaların Moskova konferansında şöyle diyordu Lenin. “Brest görüşmelerine gelince, Yoldaş Troçki’nin teşhirleri tüm dünyanın gözü önündedir ve düşman ülkelerde ... savaş zamanı büyük devrimci hareketleri yaratan da bu politika olmamış mıdır?” Bir hafta sonra Halk Komiserleri Konseyinin Beşinci Sovyetler Kongresine sunduğu raporda aynı soruna döner: “Yoldaş Troçki’nin önderlik ettiği Brest delegasyonumuz aracılığıyla tüm halklara karşı görevimizi yerine getirdik.” Bir yıl sonra Lenin yine hatırlatacaktır: “Brest barışı döneminde ... Sovyet iktidarı dünya proletarya diktatörlüğünü ve dünya devrimini ne kadar ağır olursa olsun her türlü ulusal çıkarın fedasına rağmen savunmuştur.” Stalin, fikirler arasındaki asla çok kesin olmayan ayrım çizgileri, geçen zamanla birlikte hafızasından silindiğinde, “ne anlama gelebilir” diye soruyordu: “Troçki’nin devrimci Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında tutunamayacağı şeklindeki ifadeleri ne anlama gelebilir? Ancak bir anlamı olabilir: Troçki devrimimizin iç gücünü hissetmiyor.”
Gerçekte “tutucu bir Avrupa karşısında” Sovyet Cumhuriyetinin tutunamayacağı inancı tüm partide vardı. Ama bu yalnızca tutucu Avrupa’nın devrimci Rusya karşısında tutunamayacağı inancının karşı cephesiydi. Ters yönden bu, Rus devriminin uluslararası gücüne sarsılmaz bir güven anlamına geliyordu. Ve parti haksız çıkmadı. Tutucu Avrupa kelimenin tam anlamıyla dayanamadı. Sosyal demokrasisinin ihanetine rağmen Alman devrimi hâlâ Ludendorff ve Hoffmann’ın pençelerini budayacak güçteydi. Bu olmasa Sovyet Cumhuriyeti yıkılmaktan zor kurtulurdu.
Ama Alman militarizmi yıkıldıktan sonra bile, uluslararası durumun genel değerlendirmesinde hiçbir değişiklik yapılmadı. “Çabalarımız kaçınılmaz olarak dünya çapında bir devrime yol açacaktır” diyordu Lenin 1918 Temmuzu sonlarındaki bir merkezi Yürütme Kurulu oturumunda. “İşler öyle bir hal aldı ki, ... savaştan bir ittifakla çıkmışken, hemen diğer taraftan emperyalizmin saldırısıyla karşılaştık.” Ağustosta Çekoslovakların katılımıyla iç savaş Volga’ya doğru yayılınca, Lenin bir Moskova mitinginde şunları söyledi: “Devrimimiz bir evrensel devrim olarak başladı.... Proleter kitleler Sovyet Cumhuriyetinin Çekoslovakları yenmesini ve dünya çapında sosyalist devrimin patlak vermesine dek dayanma ihtimalini garanti altına alacaktır.” Batıda devrim patlak verene kadar dayanmak; tıpkı daha önceki parti formülünde olduğu gibi.
Aynı günlerde Lenin Amerikalı işçilere şöyle yazıyordu: “Uluslararası sosyalist devrimin diğer birlikleri yardımımıza gelene kadar kuşatma altında bir kaledeyiz.” Kasımda kendini daha net ifade ediyordu: “Dünya tarihinin olguları gösteriyor ki, Rus devrimini sosyalist devrime dönüştürmek macera değil bir gerçeklikti, zira başka seçenek yoktu. Eğer dünya çapında sosyalizm, dünya çapında Bolşevizm zafere ulaşmazsa, İngiliz-Fransız veya Amerikan emperyalizmi er geç Rusya’nın bağımsızlığını ve özgürlüğünü boğacaktır.” Stalin’in sözlerini yineleyecek olursak, Lenin belli ki “devrimimizin iç gücünü” hissetmiyordu.
Devrimin birinci yıldönümü geride kalmıştı. Partinin olayları sakin kafayla düşünecek zamanı vardı. Ama 1919 Martında Partinin Sekizinci Kongresine verdiği raporda Lenin yine şunu açıklar: “Bir devlette değil bir devletler sisteminde yaşıyoruz ve Sovyet Cumhuriyeti’nin uzun bir dönem emperyalist devletlerle yan yana varolması düşünülemez. Sonunda ya biri ya diğeri zafere ulaşacaktır.” Beyazların bozgunuyla çakışan üçüncü yıldönümünde Lenin hatırlatıyor ve genelleştiriyordu. “Eğer o gece (Ekim devriminin olduğu gece) birisi bize üç yıl içinde ... zafere ulaşacağımızı söyleseydi, hiç kimse, hatta kendine çok fazla güvenen bir iyimser bile ona inanmazdı. Biliyorduk ki zaferimiz ancak davamız tüm dünyayı fethedince gerçek bir zafer olacaktı, zira işe başlarken tamamen dünya devrimine güveniyorduk.” Bundan daha açık seçik bir kanıt olamaz. Ekim devrimi sırasında, “kendine çok fazla güvenen bir iyimser” bile ulusal sosyalizmi yaratmayı hayal etmemekle kalmıyor, dışarıdan doğrudan yardım almadan devrimi koruma ihtimaline bile inanmıyordu! “İşe başlarken tamamen dünya devrimine güveniyorduk” Üç yıllık bir savaş sonunda düşman birlikleri karşısında zafere ulaşmak için ne partinin ne de Kızıl Ordunun tek ülkede sosyalizm efsanesine ihtiyacı vardı.
Dünyanın durumu beklenenden daha elverişli bir hal aldı. Yeni hedefler uğruna fedakârlık yapmada kitleler olağanüstü bir yetenek sergiledi. İlk ve en önemli dönemde önderler emperyalizmin çelişkilerini iyi kullandılar. Sonuç olarak, devrim “kendine çok fazla güvenen iyimserin” beklediğinden daha kararlı çıktı. Öyleyken bile parti önceki enternasyonal duruşunu korudu.
“Eğer savaş olmasaydı” diye açıklıyordu Lenin 1918 Ocağında, “tüm dünyanın kapitalistlerinin birleştiğini, bize karşı mücadele etme temelinde birlik oluşturduğunu görecektik.” “Neden Ekim devrimini takip eden haftalarda ve aylarda ... o denli kolayca zaferden zafere koşma şansımız oldu?” diye soruyordu partinin Yedinci Kongresinde. “Sadece özel olarak oluşmuş uluslararası bir konjonktür bizi geçici olarak emperyalizmden koruduğu için.” Nisanda Merkez Yürütme Kurulunun bir oturumunda Lenin şöyle diyordu: “Nefes alacak vakit bulmamızın tek nedeni Batıda emperyalist savaşın devam etmesi, Uzak Doğuda ise emperyalist çekişmenin iyice genişlemesi oldu, Sovyet Cumhuriyeti’nin varlığını yalnız bu açıklayabilir.”
Koşulların bu istisnai bileşimi sonsuza dek süremezdi. “Artık savaştan barışa geçtik” diyordu Lenin 1920’de. “Ama savaşın tekrar çıkacağını unutmuyoruz. Kapitalizm ve sosyalizm var oldukça barış içinde yaşayamayız. Uzun dönemde ya biri ya diğeri zafere ulaşacak. Ya Sovyet Cumhuriyeti’nin ya dünya kapitalizminin cenaze marşı okunacak. Bu, savaş içinde bir moratoryumdur.”
Başlangıçtaki nefes alma döneminin uzun bir kararsız denge dönemine dönüşmesini mümkün kılan, sadece kapitalist gruplaşmaların mücadelesi değil, aynı zamanda uluslararası devrimci harekettir. Almanya’daki Kasım devriminin bir sonucu olarak, Alman birlikleri Ukrayna’yı, Baltık Devletlerini ve Finlandiya’yı terk etmek zorunda kaldı. Başkaldırı ruhunun Antant ordularına nüfuz etmesi, Fransız, İngiliz ve Amerikan hükümetlerini Rusya’nın güney ve kuzey kıyılarından çekilmeye itti. Batıda proleter devrim zafere ulaşamadı, ama bu yolda ilerlerken Sovyet devletini birkaç yıl korudu.
Temmuz 1921’de Lenin durumu şöyle özetliyordu. “Son derece kırılgan, son derece kararsız olmakla birlikte belli bir denge sağlanmış durumda, öyle ki sosyalist bir cumhuriyet –elbette kısa bir süre için– kapitalist bir çevrede varolabiliyor.” Böylelikle, haftalardan aylara, aylardan yıllara ilerledikçe, parti yavaş yavaş bir işçi devletinin belli bir süre –“elbette kısa bir süre”– için kapitalist bir ortamda barış içinde varlığını sürdürebileceği fikrini benimsedi.
Yukarıdaki verilerden çürütülemez biçimde çok önemli bir sonuç çıkmaktadır: Eğer Bolşeviklerin genel kanısına göre Sovyet devleti Batıda proletarya zafer kazanmadan uzun süre dayanamayacak idiyse, o halde salt bu nedenle dahi tek ülkede sosyalizmi inşa etme programı pratikte dışlanmıştır; sorun, tabir caizse, daha ilk adımda gündemden düşmüştür.
Ne var ki son yıllarda epigon ekolün öne sürdüğü gibi, partinin, ulusal sosyalist toplumun önündeki tek engel olarak kapitalist orduları gördüğünü varsaymak tümüyle hatalıdır. Silahlı müdahale tehdidi gerçekten de ön plandaydı, ama savaş tehlikesi kapitalist ulusların teknik ve sınai üstünlüğünün en uç ifadesinden başka bir şey değildir. Son çözümlemede sorun, Sovyet Cumhuriyeti’nin yalıtılmışlığına ve geriliğine indirgenebilir.
Sosyalizm insan isteklerini karşılamak için planlı ve uyumlu bir toplumsal üretimin örgütlenmesidir. Üretim araçları üzerinde kolektif mülkiyet sosyalizm değil onun hukuki önkoşuludur. Sosyalist toplum sorunu, insanlığın bugünkü gelişme aşamasında özünde dünya ölçeğinde olan üretici güçler sorunundan soyutlanamaz. Kapitalizme çok dar gelen münferit devlet, tamamlanmış bir sosyalist toplumun arenası olmaya çok daha az yeteneklidir. Üstelik devrimci bir ülkenin geriliği, kapitalizme geri savrulma tehlikesini arttırabilir. Bolşevikler yalıtık bir sosyalist gelişme perspektifini reddederken, mekanik olarak yalıtılmış bir müdahale meselesini değil, sosyalizmin uluslararası ekonomik temeliyle bağlantılı bir sorunlar bütününü düşünüyorlardı.
Partinin Yedinci Kongresinde Lenin şöyle diyordu: “Eğer Rusya bugün bir “Tilsit Barışı”ndan[1] ulusal yükselişe geçecek olursa –ki şüphesiz geçmektedir– bu yükselişin sonucu burjuva devlete geçiş değil uluslararası sosyalist devrime geçiştir.” Alternatif şuydu: ya uluslararası devrim ya da geriye –kapitalizme– gitmek. Ulusal sosyalizme yer yoktu. “Sosyalizme giden yolda daha kaç geçiş aşaması olacağını bilmiyoruz ve bilemeyiz. Bu, Avrupa sosyalist devriminin gerçek ölçekte ne zaman başlayacağına bağlıdır.”
Aynı yılın Nisan ayında, pratik işler için safların yeniden oluşturulması çağrısında bulunan Lenin şöyle yazar: “Birtakım nedenlerle gecikmiş bulunan Batıdaki sosyalist devrimle ciddi bir işbirliğini, ancak önümüzdeki örgütsel sorunları çözdüğümüz oranda yapabiliriz.” Ekonomik yapılanmaya yönelik bu ilk yaklaşım hemen uluslararası şemaya oturtulmuştur: mesele “Batıdaki sosyalist devrimle işbirliği”dir, Doğuda kendine yeten sosyalist bir âlem yaratmak değil.
Yaklaşmakta olan açlık tehlikesiyle ilgili olarak Lenin Moskova işçilerine şöyle sesleniyordu: “Tüm ajitasyonlarımızda ... üzerimize çöken talihsizliğin uluslararası bir talihsizlik olduğunu, bundan çıkışın tek yolunun uluslararası devrim olduğunu açıklamalıyız.” Açlığın üstesinden gelmek için dünya proletaryasının devrimine ihtiyacınız var, diyor Lenin. Sosyalist toplumu yaratmak için tek bir ülkede devrim yeterlidir, diye yanıtlıyor epigonlar. İşte anlaşmazlığın boyutları! Kim haklı? Şunu asla unutmayalım ki, sanayileşmedeki tüm başarılara rağmen açlığın üstesinden bugüne dek gelinebilmiş değildir.
Halkın Ekonomi Konseyleri Kongresi 1918 Aralığında sosyalist yapılanma planını şu sözcüklerle formüle etmişti: “Dünya proletaryasının diktatörlüğü giderek kaçınılmaz hale geliyor.... Bu hem tüm dünya toplumunun hem de tek tek ülkelerin gelişimini belirliyor. Proletarya diktatörlüğünün ve sovyet tipi hükümetin diğer ülkelerde de kurulması, ülkeler arası en sıkı ekonomik ilişkilerin kurulmasını, üretimde uluslararası işbölümünü, son olarak da uluslararası ekonomik yönetim organlarının örgütlenmesini mümkün kılacaktır.” Tamamen pratik sorunlarla –kömür, yakacak odun, şeker pancarı– karşı karşıya bulunan bir devlet kurulları kongresinin böyle bir kararı benimsemesi, o dönem partinin bilincine sürekli devrimin nasıl egemen olduğunu her şeyden iyi kanıtlar.
Buharin ve Preobrajenski tarafından yazılan ve pek çok baskı yapan parti ders kitabı Komünizmin ABC’sinde şunlar yazıyor: “Komünist devrim ancak bir dünya devrimi olarak zafere ulaşabilir.... İşçilerin sadece bir tek ülkede galip geldiği durumda, ekonomik yapılanma çok zorlaşır.... Komünizmin zaferi için dünya devriminin zaferi zorunludur.”
Buharin aynı fikirlerin ruhuyla, parti tarafından pek çok kez basılan ve pek çok dile çevrilen popüler bir broşürde şöyle yazar: “Uluslararası devrimin sorunları daha önce hiç olmadığı kadar şiddetli bir biçimde Rus proletaryasının önüne dikilmiş durumdadır.... Rusya’daki sürekli devrim, bir Avrupa proleter devrimine dönüşmektedir.”
Bilim, felsefe, kuram, ideoloji ve politikayı tartışmayı gönülden sevenlerin buluşma mekanı...
Kısmı Zaferlerden Kökten Kurtuluş
"Almanya için bir ütopyacı düş olan şey, radikal devrim, insanın genel kurtuluşu değil, kısmi, sırf siyasal bir devrim, yapının temellerini ayakta bırakan bir devrimdir. (...) kısmi bir kurtuluş (...) sivil toplumun bir kesiminin kendisini kurtararak genel egemenliğe ulaşmasıdır. (...) Ama Almanya'da hiçbir sınıf, onu toplumun yıkıcı temsilcisi yapacak cüret, kararlılık ve acımasızlığa sahip değildir... Almanya sonuna kadar giden bir devrim yapmadıkça, devrim yapmış olamaz. Almanya'da Ortaçağ'dan kurtuluş Ortaçağ üzerindeki kısmi zaferlerden de kurtuluşla mümkündür."
"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''
"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".
Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...
Sevgiyle kalın...
"Bu sosyalizm, genel olarak sınıf farklılıklarının; bu sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin; bu üretim ilişkilerine tekabül eden bütün toplumsal münasebetlerin ortadan kaldırılmasına; bu toplumsal münasebetlerden çıkan bütün düşüncelerin alaşağı edilmesine varana kadar devrimin sürekliliğinin ilanıdır ve, zorunlu bir geçiş uğrağı olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.''
"Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yokedilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; varolan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak".
Acımasız bir eleştiri, tümüyle serbest düşünme, gerçeğe mutlak sadakat ve bilimle...
Sevgiyle kalın...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder